Konya Methiyesi

Konya Methiyesi

Aşk-u şevk ile kurulmuştur binası Konya’nın
Ol sebepten bad-u cennettir hevası Konya’nın
Hicrine mahtubunu kılmış muhayyer aşıki
Davet etmiş dostuna olmuş hevası Konya’nın

Hor gezer ademleri amma veli irfan olur
Hafızı gayet ceri alimleri umman olur
Hasılı bir katre abın nuş eden aslan olur
Galiba toprağının bu iktizası Konya’nın

Bülbül elhan eylemez bu beldede vaktü seher
Zikri Mevlana’ya mani olmuş ol murgameyer
Heft kişverde hezarı aşıklar ya hu çeker
Zümreyi nadan değildir müptelası Konya’nın

Evliyasın eyleyim dersek eğer bir bir hisap
Eylesem icmali tafsilini olurdu bin cilt kitap
Durma sende eyle kutbu Mevlana’ya intisap
Ordadır aşıkların açık livası Konya’nın

Açtı canda yareyi güş eyledik neyle kudüm
Biz anın dervişiyiz inkarımız yok bilumum
Şah-ı kutb-ul arifindir hazreti Mollay-ı Rûm
Şüphesiz makbûlü haktır evliyası Konya’nın

Konya’da Eflatun misali var menendi çok rical
Gösterir ayine-i İskenderiye’den çok cemal
Bulunur civarı Mevlana’da erbabı kemal
Her şebi ruz eylemiş Şems’in ziyası Konya’nın

Kış olunca donanır ahbapla vahdet-ü haneler
Kurulur pazarı aşk mamur olur kaşaneler
Şem-i aşk üzre yanar pervaz ider pervaneler
Yaz olunca var Meram üzre sefası Konya’nın

Konyalı Aşık Şemi

 


 

Aşık (Ahmet) Şem’i (1782-1839)

İHSAN KAYSERİ

Konya’nın il Belediye(İhtisap-Çarşı Ağası) Başkanı, sınırsız ve doyumsuz bir Mevlana sevgisi olan halk aşığı şiirlerinden “Aşık ” ismini kullanan Aşık Ahmet 1782 tarihinde Konya’nın Pisili Semtin Yunusoğlu Mahallesinde Dünyaya gözlerini açmıştır.

Pisilli olarak anılan Pir Esatoğlu Hacı Hüseyin Hoca Efendinin sülalesinden gelen Aşık(Ahmet) 57 yıl bu alemde misafir olmuş ve 1839 yılında ebedi aleme göç etmiştir.

HELVACI’NIN OĞLU

Aşık (Ahmet) helvacı Mehmet ustanın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Helvacı Mehmet usta Konya da ilk helvacılarındandır. Daha önce helva yapanlar Rum ve Ermeni ustalardı. Mehmet usta’da bu kişilerin yanında yetişmiş ve iyi bir helvacı olunca işyeri açıp Konyalılara helva yapmaya başlamıştır. Mehmet usta oğlu Ahmet’in de iyi bir helvacı olmasını istemiş ve yanına çırak olarak alıp yetiştirmek arzusu ile işe başlamıştır. Fakat ahmetin helvacılıktan ziyade saz çalıp doğmaca şiirler söylemek için sık sık babasının işyerinden kaçarak türbe önündeki “Aşıklar Kahvesi” ve buğday pazarı civarında bulunan “Ayakçılar Kahvesine” gider usta aşıkların sazından ve sözünden çıkan nameleri dinler kendisini yetiştirmek istermiş. Bir çok yazar Aşık okuma yazması olmadığını söylerse bunun doğru olmadığını inancındayım. Zira Ebcet hesabıyla tarih düşürme sanatı matematik bilgisi olması gerekmektedir. Aşık medrese tahsili yapmamış olabilir ama kendisini yetiştirmek için de özel bir eğitim görmüş ve özel hocalardan öğrenmiştir. Aşık’lık geleneğine göre yetişen (Usta- Çırak) ilişkisi doğrultusunda Aşık o tarihte Konya da bulunan bütün aşıklardan ders aldığı da bir gerçektir. Aşık Konya’nın gelenek ve göreneklerine sımsıkı bağlı olarak sanatın kültürün edebiyatın olduğunu meclislerde yer almıştır.

Aşık Şem’i hiçbir zaman baba mesleği olan helvacılığa önem vermemiş tatlı ve hoş bir hayatın içinde kendisini bulmuştur. İrticalen (Doğmaca) şiirler söylemeye başlamıştır. Aşık Şem’i şiirlerle yatmış şiirlerle uyumuş şiirler uykusundan uyanmıştır. Gönül dünyasında osun göz dünyasında olsun onun için hep doğmaca şiirler yer almaya başlamıştır. İşte böyle bir atmosferde Şem’i yandı yakıldı ve yetişti. Mevlana hayatını “Hamdım, Piştim, Yandım” sözleri ile özetlendiği gibi aşık Şem’i de hayatını şiirle özetlemeye başlamıştır. Aşık ilk şiirini şöyle dile getirmiştir:

İLK KOŞMA

Aman güzel senin elinden
Ben kendi kendime yakar ağlarım
Sen ayırdın beni doğru yoldan
Nazıla Efganım çeker ağlarım

Sana mefdun oldum benim aşkım çok
Nideyim halk bilsin merhametin yok
Aşikar eylesem cesaretim yok
Çeşmimin yaşını döker ağlarım

Bir dua ederdim senin başına
Beni atıyorsun dağlar başına
Yazık etme benim genç yaşıma
Laleler boynuma takar ağlarım

Mevlam hoş görmesin böyle zahmetin
Ölüptür dirilse olmaz rahmetin
Güzel alma ahını garip Şem’i’nin
Durup köşelere bakar ağlarım

KAHVANE DEĞİL BİR OKUL BİR EĞİTİM YUVASI

Orta Asya’dan günümüze kadar gelen aşıklık geleneği “Aşıklar Kahvehanesi’nden” geçip süzülerek adeta bir imbik gibi günümüze kadar gelmiştir. Aşıklar kahvesi bir “Kahve-Hane” değil, bir okul bir eğitim ve öğretim yuvaları idi. İşte aşık Şem’i de böylesine eğitim yuvasından geçerek usta aşıkların arasına girmiş olanlarla doğmaca(İrticadan) şiirler söyleyip saz çalmaya başlamıştır. Anadolu’nun dört bir yanının dan balkanlardan, Kafkasya dan, sazını omzuna alıp Konya ya gelen aşıklar türbe önündeki aşıklar kahvesinde Aşık Şem’iyi bulur onu sazının tellerinden çıkan nağmeler dudakların arasından çıkan sözlere kelimelere kulak vererek kendilerini yetiştirmeye çalışıyorlardı.

Pisili Sultan, Pir Esat soyundan gelen soylu bir aileye mensup olan Aşık Şem’i bir taraftan da Mevlevi tarikatına mensup olmuş, Mevlevi adet ve erkanını öğrenmiş dergahta “Pis” miştir. Dergahın terbiyesini alan ve postnişinin dua ve hizmetine mazhar olan Aşık Şem’i Mevlana hazretlerinin gel gel yine gel çağrısı ile Türk –İslam düşüncesinin sazı ve sözüyle Konya’nın geleneğini görebildiğini ve folklorunu dalga dalga bütün İslam alemine yaymaya çalışıyordu.

Mevlevi dergahının postnişini Mehmet Said Hemdem Çelebi Manevi duyarlılığını ve görevleri yanı sıra başta aşık Şem’i olmak üzere o tarihte Konya da bulunan aşıkların elinden tutmuş olanların yüceltmek için gerekli maddi ve manevi desteği göstermiştir. Aşıkların her akşam uğrak yeri olan ve bir okul vazifesi gören türbe kahvesini yıktırmış onun yerine şartlarına göre çok modern bir sulu bir sulu kahve yaptırmıştır.

Mehmet Sait Hemden Çelebi’nin aşıklara yaptırdığı bu sulu kahve’ye çok sevinen ve sona olan bağlılığını bir kez daha tekrarlamak için Aşık Şem’i Mevlana hazretleri için şunları söylemiştir:

Arz-ı halim evvela evlad-ı Mevlana’ya hu
İntisabım ibtida evlad-ı Mevlana’ya hu
İydinin kurbanıyım der her kime etsem sual
Bizde can ettik fena evlad-ı Mevlana’ya hu

Aşık bir sergiyi Konya şiirinde veciz bir şekilde dile getirir:

Aatı candan yareyi guş-eyledi neyle kudüm
Biz anın dervişiyiz inkarımız yok bil-umum
Şah-ı kutbül-arifindir hazret-i Molla-yi Rum
Şüphesiz makbul-i haktır evliyası Konya’nın
Mevlevi olduğunu daha kesin bir ifade ile şöyle söyleyecektir.
Mevlevi’yim Mevlevi’yim pirimiz Molla-yı Rum
Şah-ı kutbü’l-arifindir ser-firaz-ı evliya.

Hemden Sait Çelebi içinde aynı sevgi aynı coşkunlukla duygularını dile getirecektir elbette:

Bahçe-i Molla’yı Rumi’de yetişti bir Nihal
Meyvedar olsun dirahtı bulmasın asla zeval
Ben ne hacet eyliyem tabir-i irfanın size
Her bir ahkamında hükmü asr-ı eflatun misal

AŞIK ŞEM’İ UFKU GENİŞ BİR ŞAİRDİR

Hazreti Mevlana, “bir ayağın sımsıkı İslami prensiplerle bağlı diğer ayağımla pergel gibi bütün dünyayı dolaşırım” diyerek İslamiyet’in dışındaki dinlere açık olduğunu diğer görüş ve düşüncelere her zaman hoşgörüyle hareket ettiği gibi aşık Şem’i de “Piri” gibi ufku geniş görüşü geniş hoşgörülü bir aşıktır. Pek çok aşık gibi bir konuya takılıp kalmaz her konuda irticalen (Dolmaca) şiirler söyleme ustalığı vardır. Günlerden bir gün türbe önündeki aşıkların uğrak yeri olan, aşıkların atıştığı yer sulu Kahvede Aşık derli birkaç kafadar arkadaşıyla oturmuş Hacı Bektaşi Veli Hazretlerin Menakıbından konuşuyorlardı. Aşık Şem’i bunların konuşmalarını dinledikten sonra sazını eline aldı tellerinden bir dokundu ve şu mersiyeyi söyledi:

MERSİYE

Hacı Bektaşi Velinin bindiği cansız diyar
Mahzarı nuru alidendirana ol yadigar
Nağra-i düldül ederdi arşi alana karar
Sadhezaran kafiri bir nağrada etti şikar
Dedi arslanın Ali bir kudretiyle girdigar
Lafeta illa Ali, la seyfe illa Zülfikar

Koydular başın o şahın kerbela medanına
Bastılar parmakların şah Hüseyin kanına
Urdu sikinki pelitler kıymadan dergahına
Bu hareketler yakışmazdı o şahın şahına
Düşmedi kanı yere ol demede çağırdı gubar
Lafeta illa ali, laseyfe illa zülfikar

Emri hakka şah Hasan ile Hüseyin oldu şehit
Ol Yezit mervani hak etsün cinanından baid
Ağlaşıp gökte melekler ettiler matem şedit
Bizde evladi razulüz eyleriz matem cedid
İnsi cin gökte melek, hakkında eyler inkisar
La feta illa li la seyfe illa zülfikar

İşidin bu hali cennet ehli giydi kareler
İki servi göçtü açtı derundan yareler
Nori hakka kavışıp gitti o dem mehpareler
Haşrederek kan ağlasın aşıkı avaraler
Bu muhabbeteŞem’idir ta haşredek böyle yanar
Lafeta illa ali, la seyfe illa Zülfikar

Aşık Şem’i bu mersiye yanık sesiyle Hüseyni makamında söylerken kahvenin dışında bulunan halk akın akın içeriyi doldurmaya başladı Aşık dinleyen, düşünen cazip bir hafıza çok çabuk karar verebilen bir melekeye sahip aynı zamanda bilgili olduğu ortaya çıkmıştır.

Aşık Şem’i medrese eğitimi görmesine rağmen bilgili kültürlü bir halk adamı olduğu bir kez daha ortaya dökülmüştür. Söylediği bu şiirinde son nakaratında Aşık Şem’i lafeta illa Ali, la seyfe illa zülfikar mısrasını son anda nereden ve nasıl becerdi sorusu akla gelmekte ve hayret noktasının bu olduğu düşünülmektedir.
Bu mısranın manası şöyledir:

“yiğit yok ancak, Ali var kılınç yok ancak zülfikar var” demektir. Bu aşk aleminde muhibbi ali aba şubesi olup Mevlevilik tarikatının nezakiti içinde cilveger bir muhabbeti peygamberi eseridir.

AŞIK ŞEMİ’YE MEVYEVİ VAKIFLARININ GELİRLERİNİ TOPLAMA GÖREVİNİ VERİYOR

Dilden değil özden bir Mevlevi olan ve her fırsatta Mevlana’ya olan aşkını dile getiren Aşık Şem’inin bu hareketini Posnişin Mehmet Sait Hemden Çelebi’de aşık Şem’i ye gönülden ısınmış, gönülden sevmiş ve ona bir vazife vermeyi uygun görmüştür.

Çelebi Efendi hazretleri Mevlana asistanesi için kurulan Celaliye vakfı’na gelen gelirleri toplam görevleri Aşık Şem’i ye vermiştir. Hem gezgin hem de sazıyla sözüyle hakkı aydınlatması için verilen bu görevi Aşık Şem’i kabul etmiş Celaliye vakıflarının gelirlerini toplamak için diyar diyar gurbet gurbet hem gezmiş hem söylemiş hem sazının tellerini arkadaşlık etmiş Şem’iye.

Konya ve çevresinde şiirler dilden dile dolaşan Aşık Şem’i aşıklık mesleğini halk arasında büyük bir manevi nüfusu erişmiştir. Aşık Şem’inin yaptığı bu büyük hizmet Mevlana dergahlarının merkezi olan ve ASİSTANE denilen dergahın diğer yerlerinde de taktirle karşılanmış şöhreti büyük bütün yurt çapına yayılmıştır.

AŞIK ŞEM’İ HAC YOLUNDA

Aşk eri gönül eri Aşık Şem’i gönlünden hacca gitmek istiyor adeta yanıp tutuşuyor fakat bir arzusunu bir türlü kimseye açamıyor. Bir gün aşıklar kahvesi olan sulu kahvede neyzen Hulusi dede ile oturup sohbet ederken bir derviş giriyor garip bir tavırla aşkı niyaz ederek bunların yanına oturuyor ve “Burada erenler bir Aşık Şem’i varmış onunla muhabbet etmek istiyorum” diyor. Neyzen Hulusi dedeyi Mevlevi kulaklı olduğu içinde onu Aşık Şem’i zannediyor. Aşık Şem’i esnaf kıyafetli olduğu için hiç ses çıkarmıyor ve Hulusi Dede buyurun sohbet kapısını açın diyor oradan içeri girelim diyor Konuk devriş gür bir sesle bir şiir okuyor bu şiiri kahve ocağında işiten Aşık Derli duvarda asılı duran sazı kapıyor ve Aşık Şem’inin kucağına atıyor. Aşık Şem’i sazın tellerine şöyle bir dokunuyor derinden bir nefes aldıktan sonra da şu şiiri okuyor:

DİVAN

Birdir evvel bünyad eden eflaki değil mimar iki
Bir dedik kalu belada demeyiz gaffar iki

Evvel bir ahiri bir dost da bir cananda bir
Olması mümkün değil bir tahtda hünkar iki

Gerçi bin ismi vardır zikreder insü melek
Kulhüalahü ahad sanmayın settar iki

Hürmeti çün on sekiz bin alemi var eyledi
Kim diyen hakkın habibi Ahmed’i muhtar iki

Her şey hikmette zıddıyla çifttir emir bir
Diğer izan batıldır değil ıkar iki

Halimi takrir ederdim dostuma bir bir tamam
Şem’i der yarinin yanında olmasa ağrar iki

Bu şiiri dikkatli bir şekilde dinleyen bir konuk şair sessizce ayağa kalkıyor ve kahveden çıkıp gidiyor bir daha görünmüyor.

Neyzen Hulusi Dede, aşık Şem’i ile konuk dervişin arasında geçen bu olayı akşam Hemdem Çelebi’ye anlatılıyor divanı okuyan Hemdem Çelebi konağına Aşık Şem’iyi davet ediyor. Hacca gitmesi içinde maddi para yardımında müjdesini veriyor.

Hemdem Çelebi’nin yaptığı bu itiraf üzerine Aşık Şem’i duygulanıyor ve konakta irticalen konakta irticalen şu divanı okuyor:

DİVAN

Aşk nedir bilmez iken kendime bühtan eyledim
İftirayı irtikad etmekle tuğyan eyledim

Aşk mihengine urunca kem ayarı tutmadı
Kendimi ben öyle zan eyledim ki insan eyledim

Dost cemaliyle müşerref olmaya verdim ahid
Didei giryanıma dünyayı zindan eyledim

Gül dirahtinde kuru feryada mechur andelip
Oda bir gül yoluna, bende feda can eyledim

Bu gece aşk payesin pervaneden aldım haber
Ol kumaştan geydirüp eknime kaftan eyledim

Anladım can vermeyen cana vasıl olmamış
Roz, iken dil Şem’ini yaktım şeşnam eyledim

Aşık Şem’i 1826 yılında hac yolculuğu başlıyor.

Konya’dan yola çıkan hac kervanında aşık Şem’i gönlünden geçtiği şekilde doğmaca olarak şiirler okuyor uzun gibi gelen yollar kısalıp nasıl geçtiği şekilde doğmaca şiirler okuyor uzun gibi gelen yollar kısalıp nasıl geçtiği belli olmadan mukaddes topraklara ulaşıyor yüz sürüyor bu topraklara gece gündüz tavaf ediyor geceyle gündüzü, gündüz ve geceyi ayırt etmeksizin tavaf ediyor ibadetini yapıyor ve hacı olduktan sonra da salimen Konya’ya dönme yi nasip ediyor Cenap-ı Allah.

Aşık Şem’i hiceza gittiğinde kırk dört yaşında idi şimdi ise 45 yaşına gelmişti. Bunu şu şiiriyle şöyle duyurmaktadır:

KALENDERİ

Dalgın mahvaya hakkı unuttun
Seni od’dan kurtarır mı pare hey
Haram helali seçmedin yuttun
Kanaat etmedin helal karehey

Kocadıkça ağlar oldun içinden
İki ellerin gitmez oldu kıçından
Eğer Mevla geçmez ise suçundan
Zebaniler alır gider nare hey

Sakın kulu olma nefsi havanın
Olmaz fa-idesi Tacı Kubanın
Varacaksın huzuruna Mevla’nın
Elin boştur yüzün kare hey

Bir bir ara Hakkın rızasını bul
Deşir damadını bu bir ince yol
Kulun sever, Şem’i hakka karip ol
Bilegit dizarı girdigare hey

İstanbul’a Giden Aşık Şem’i, Belediye Başkanı Olarak Konya’ya Dönüyor

Oğlu Mustafa’nın askere alınması üzerine Aşık Şem’iyi bir hüzün kaplıyor. Sazını sözünü bir kenara bırakmak istiyor fakat bir türlü bu isteğine erişemiyor. Aklı fikri oğlu Mustafa’da Mustafa’m da Mustafa’m diyor başka bir şey demiyor. Oğlu Mustafa İstanbul’a asker hem onu görmek hem de Konya dan saz ve söz arkadaşı olan Silleli Aşık Sururi görmek için İstanbul’un yolunu tutuyor. “yarim İstanbul’u mesken mi ettin” dercesine oğlunun mesken ettiği İstanbul.

Aşık Sururi her seferinde mektup yazarak arkadaşı Aşık Şem’iyi İstanbul’a davet eder. İstanbul’u öve öve bitiremez. Aşık Sururi bir mektubunda Mustafa askerden kurtarabileceğini ifade etmesi üzerine aşık Şem’i İstanbul’un yolunu tutuyor. Aşık Sururi İstanbul da Cet Hacı Ali Paşanın himayesindedir. Bülbülü altın kafese koymuşlar ah vatan vah vatan dediği gibi aşık Sururi de vatanı olan Konya’yı özlemektedir.

Aşık Şem’i İstanbul’a varınca, Aşık Sururi’nin bahsettiği Konyalı şah İsmail’in kahvesine iner. Her zaman deveci kıyafeti giyen Aşık Şem’i İstanbul’da da elbisesine kıyafetine bakmak deveci kıyafeti ile kahvede oturmaya başlamıştır.

Akşam üzeri Şah İsmail’in kahvesine İstanbullu şairler birer ikişer gelmeye başlamışlardır. Kahvede ise aşık Şem’inin şiirlerini bir taraftan okuyor olması bizim Konyalı Aşık Şem’iyi ziyadesiyle sevindirmişti.

Aşık Şem’i bir ara duramaz ve aşıklara şöyle seslenir

Arkadaşlar şu sazınızı birazcık bize de verirseniz bizde bir dokunsak der.

Aşık Şem’inin kıyafetine bakarak vurur derler. Baba ne yapacaksın sazı keçinin yiyemediği ot başına vurur derler. Bu sözleri duyan Şah İsmail kahve ocağından seslenir verinde sazını verdi ve Aşık Şem’i saza güzel bir düzen verdi hoş bir makam yanık bir mızrapla şu koşmayı söyledi:

KOŞMA

Tuna gibi kimse bilmez başımı
Nerm akar boz bulanık sel’im ben
Dört ırmak almaz gözüm yaşını
Şat murat Ceyhun nehri nilim ben

Benim bağımda var lale gül sünbül
Seyrana gelenler halleder müşkül
Cennet bahçesinden kopardım bir gül
Uzatmadım payım çekmem elimden

Da-im ağyar ile işim savaştır
Yareliyim köyü yarı dolaştır
Hızır bana abı hayat ulaşır
Köşe-i vahdet de teşne dilim ben

Çoktan beri arzularım dostumu
Dost yolunu feda ettim postumu
Gelen geçen kucaklasın üstümü
Dosta diğer doğru tozlu yolum ben

Mahlasım Şem’i dir biladım Konya
Bir kenar sahrada olmuşum peyda
Bizim bağa girmez bülbülü şeyda
Kimse bilmez ne buy, verir gülüm ben

Bu sözler üzerine kahve sahibi şah İsmail hemen aşık sazını verdi ve Aşık Şem’i yanına koşarak geldi ve kucaklayarak Konya’nın hasretini giderdi. Aşıl Şem’inin İstanbul’a geldiğinde duyan Aşık Sururi Cer hacı Ali paşa da izin istedi ve hemşerisi Aşık Şem’inin yanına koşarak geldi. Aşık Sururi Ali paşanın himayesinde kalıyordu ama bir bakıma göz hapsinde idi.

Aşık Sururi, Aşık Şem’iyi de alarak Ali paşanın saraydaki makamına götürdü.

Padişah 2. Mahmut tarafından saraya davet edilen aşık Şem’i sarayda şiirler söylerdi. Aşık Şem’i bir şiirin nakarat kısmında “Ayrılırsa yavrusundan ceren ağları” tekrarlar durur. Kafes arkasından Aşık Şem’iyi dinleyen valide sultan padişaha haber gönderir ve Aşık Şem’inin padişahtan bir şeyler istediğini hatırlaması üzerine konu açılır ve Aşık Şem’inin biricik oğlunun asker olduğunu affedilmesini emir verilmesini ister. Bunun üzerine padişah 2. Mahmut Aşık Şem’inin bu isteğini yerine getirir ve Mustafa’yı affeder.

Aşık Şem’i bir zaman daha sarayda padişahın huzurunda saz çalar şiirler söyler. Gönlü Konya’ya dönmek Konya toprakları burnunda buram buram kokmakta. Mustafa’sına af oldu. Fakat sarayda padişah aşk Şem’iyi salmaz ısrar eder. İstanbul da kal diye. Aşık Şem’ide Konya’ya Mevlana diyarına dönme arzusunu her fırsatta belirtir.

Bunun üzerine Aşık Şem’iyi bir mükafat vermek ister padişah.

Yıl 1830. Aşık Şem’i Konya’ya İhtisap-Çarşı ağası Belediye başkanı olarak atanır. Böylece Konya tarihinde belediyecilikte başlamış olur.

Aşık Şem’i vefat edinceye kadar Konya’da Belediye Başkanlığı görevini sürdürmüştür.

AŞIK ŞEM’İNİN VEFATI

Aşık Şem’i 1837 yılında çok ağır bir hastalık geçirmiş uzun bir zaman yatakta yatmıştır. Bu zamanında içerisinde de Mevlana dergahı Postişini ile görülmüş ve Kubbe-i Hadra’nın gölgesinde bir yerde mezarının olması arzu ettiğini bildirmiştir. Bu hastalıktan sonra sakin bir hayat yaşamaya başlamıştır.

Aşık Şem’i türbenin güneybatı tarafında caddeye yakın bir yerde mezarının olmasını istemiş ve bu isteği kabul görmüş yakınlarına da Devriş Hasan ve Devriş Burhan dedelerin bunu bildiğini söyleyip vasiyet etmiştir. Ve birde kıta yazarak mezar taşını yazılmasını istemiştir.

KITA

Hazreti adem gibi irsen hezaran yaşına
Akıbet bir gün gelirse sen mezarın başına

Kimseye baki değildir bu cihan zilli hayal
Gafletinle meyil edüp aldanma kalp nakkaşına

Girmedi kabre benimle ali evlad ile mal
Berkidüp toprağı başımdan dağıldı aşina

Akıbet bir gün olursun sende muhtacı düa
Oku birkaç fatiha bahşeyle din kardaşına

Ey birader baksana yetmezmiyim ibret sana
Şemi namım bir nişan olsun mezarım taşına

Aşık Şem’i 1839 yılının ağaçlar çiçek açtığı bir zamanda hasta yatağında şu koşmayı yazıyor.

Bülbülden bir sada geldi Güllere
Sefasın sürmeden geçti gidiyor
Üfdadeler yalın ayak yollara
Ağlayı, ağlayı düştü gidiyor

Bahar eyyamından bülbül sesinden
Çıkarmış perçemin fina fesinden
Eyvah gönül kuşu can kafesinden
Babı kevsere uçtu gidiyor

Sende bir kez gelsen kabrim ucuna
Gam yükün yüklettim yüz bin hecine
Yaradan karışır anın başına
Dil fena mülkünden göçtü gidiyor

Gönlüm babında beysin paşanın
Mevlam ömür versin binler yaşasın
Yetiş hey Mustafam helalaşasın
Şemi ecel camın içti gidiyor

Ve üç gün hasta yatağında yattıktan sonrada bu alemden öteki aleme göç ediyor. Vasiyet üzerine de Kubbe-i Hadra’nın gölgesine defnediliyor. Cenabı Allah’tan rahmet dileriz.

KAYNAK:
Ergun Sadettin Nusret – Uğur Mehmet Ferit
Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı (1926)
Sadeleştiren Prof. Dr. Hüseyin Ayan (2002)
İbrahim Aczi Kendi, Konyalı Aşık Şem’i konuşuyor (1951 Konya)
Feyzi Haclı, Aşık Şem’i hayatı ve Şiirleri (1982 Ankara)
Hanifi Aytekin, Konya Belediye Başkanları (2003 Konya)

 

 

Paylaşabilirsiniz...