Mehmet Ali Bayrakçı

4 yaşındayken babası Sivas’ta şehit düştüğü için öksüz büyüyen, gençliği ve yaşamı inanılmaz bir çalışma temposu, zekasıyla geçen, olgunluk yaşlarında ise şehrimizin Bayrakçı Sanayii’ni kuran, yaptıran, bugünse 93 yaşında olmasına rağmen hâlâ elinde kağıdı kalemi ve de daktilosunun karşısında bir şeyler ortaya çıkarabilmenin uğraşını veren yılmaz insan M. Ali Bayrakçı.

İLGİNÇ YAŞAM ÖYKÜSÜNÜN İLK ÇOCUKLUK YILLARI

13 Mart 1330’da, yani 26 Mart 1914’te dünyaya gelen M. Ali Bayrakçı bugün 93 yaşında olmasına rağmen hala beyni ile ayakta durmaya çalışan yazan okuyan müthiş bir insan. M. Ali Bayrakçı, ev hanımı Şerife Emine ve Hüseyin Bayrakçı’nın iki kızından sonra dünyaya gelen üçüncü evlatları. Çiftin Düriye ve Huriye isimlerinde ki kızlarından sonra dünyaya gelen minik Mehmet Ali Zemberi mahallesindeki evde dünyaya gözlerini açar.

BABAMI ÇOCUKLUK HAYALİ İLE BİR KEZ BENİ KUCAĞINA ALDIĞINI HATIRLIYORUM

Ben babamı dört yaşında kaybetmişim. Onu da daha sonra babamın ölüm ilmühaberinden öğrendim. Ama tabii babamı öyle çok net olarak hatırlamıyorum bile. Tek hatırladığım herhalde üç dört yaşlarındaydım. Zemburi mahallesindeki evimizdeydik. Biz üç dört çocuk bir arabanın içinde oyun oynarken babam gelmiş, beni arabadan kucağına almıştı. Bir bunu hatırlıyorum.

DEDEMİN ELİ BAYRAKLI OLDUĞU İÇİN BİZE BAYRAKÇILAR DEMİŞLER

Biz Bayrakçılar olarak bilinirdik. Dedem rahmetli girişkenmiş, ama biraz Osmanlı tarafı varmış, eli bayraklı imiş onun için de rahmetli Ali dedeme Bayrakçı demişler.

EVİMİZ KÜTÜK MİNARELİ CAMİNİN KIBLE YÖNÜNDE İDİ

Zemberi mahallesinde dünyaya geldiğim ev kiralık imiş. Daha sonra Biçyemez’de bir eve taşındık. Kütük minareli caminin arkasında kıble yönündeydi evimiz. İki katlı idi, ikinci katta, yukarıda üç oda vardı, burada evin tek balkonu da bulunurdu. Alt katta ise bir oda ardiyelik olarak kullanılırdı, mutfak vardı. Tuvalet ise bahçedeydi. Bizim mahalle o zamanlar çok meşhurdu. Hep müftüler, hocalar, müderrisler, hacılar otururlardı. Çok büyük insanlar vardı. Önce Hürriyet ilkokuluna, daha sonra da Altınçeşme ortaokuluna gittim.

HÜKÜMET CADDESİNDEN İSTASYONA ATLI TRAMVAY İLE GİDERDİK AMA ÖNCE HAREKET ETMESİ İÇİN TRAMVAYI KAKALARDIK

Hükümet caddesinden istasyona kadar atlı tramvay vardı. Yolcular atlı tramvaya binmeden önce onun hareket etmesi için eşyalarını tramvaya koyarlar hep birlikte kakalarlar ondan sonra tramvay hareket etmeye başlar sonra herkes yeniden tramvaya binerdi. 4-6 at tramvayı çekerdi. Bu tramvayın garajı da Muhacir Pazarı’nın kuzeyindeydi.

ORDUEVİNİN KARŞISINDA HAVUZLU KOCA BİR PARK VARDI

Kayalıpark’ın sağ tarafında koca koca salkım söğütler vardı. Ortasında da kocaman bir havuz vardı. Osmanlı Bankası muhteşem dururdu. Alaaddin’in tepesinde sinema vardı. Fahrettin Paşa Alaaddin tepesinin bakımını yapıp ağaçlandırıyordu. Oraları hep o onardı, oraya birde park yapmıştı. Orduevinin karşısında havuzlu bir park yaptırdı.

ALTINÇEŞME’DE ORTAOKULA BAŞLADIM, AMA HÂKİMİYET-İ MİLLİYEYİ BİTİRDİM

93 yaşındaki konuğumuz torununun ve eşinin yardımına rağmen zaman zaman geçmişi unutabiliyor o günleri hatırlatmakta zorlanabiliyordu. Hürriyet ilkokulunda ki hatıralarını yeniden yaşamakta zorlandığını görünce kendisini daha fazlada yormak istemedik ve onun konuşmasını yeniden sürdürmesini bekledik.

‘Altınçeşme ortaokulunda müdürümüz Osman beydi. Onda da okudum. Daha sonra mahallemizi değiştirdik. Hacı Fettah mezarlığına bakan bir mektep vardı. Boyalı mektep de derlerdi. Ben daha sonra Hakimiyet-i Milliye’yi bitirdim. Yıl 1927. O yıl okulu benimle birlikte otuz kişi bitirmişti. Daha sonra Şerafettin Caminin arkasında 19 Mayıs mektebi vardı. Daha sonra buraya taşındık ve burada kirada bir evde oturduk.

BİZİ ANNEM BÜYÜTTÜ, ÇOK GÜZEL HALI KİLİM DOKUR, OYA İŞLERDİ

Bizi annem büyüttü. O kadar zeki, çalışkan, işçimen bir kadındı ki. Tezgâhta halı kilim dokur, oya yapardı. Annemin çok müşterisi vardı. Kadınlar gelir, annemin ördüklerini, dokuduklarını almak için sıraya girer, beklerlerdi. Yani beni de kardeşlerimi de annem büyüttü. Bir de ben küçükken annemin bana anlattıklarını hatırlıyorum. Annem bana günahlardan bahsederdi. Bana vakıflardan söz ederdi. Vakıf hayırdır, bize vakıfın bir iğnesi bile nasip olmasın derdi. Bir de bana bir hikâye anlatmıştı, vakıf ile ilgili onu hiç unutmuyorum. Süleyman Peygamber bir gün bütün kuşları yanına çağırmış. Bütün kuşlar gelmiş ama serçe gelmemiş. Serçe daha sonra çıkıp gelmiş. Süleyman Peygamber buna çok kızmış. Darılmış, serçe de Süleyman peygambere şimdi gider vakıf tarlasından ağzıma bir toprak alır gelir senin üzerine atarım demiş yani vakıf işi böyle hassasmış. Annemin bu anlattığını hiç unutmam.

ŞEMS-İ TEBRİZİ’NİN ORASI TAMAMEN MEZARLIKTI MUHACİR PAZARI’NIN ORASI DA YÜKSEK MEZARLIKTI, BİR DE KANLI GÖL VARDI

Şems-i Tebrizi’nin orası tamamen mezarlıktı. Mezarlığın çevresinde ise küçük duvarlar vardı. Duvarın aralarında pencere gibi boşluklar vardı biz gelip geçerken mezarlığa bakardık. Mesela benim dedem Şems-i Tebrizi mezarlığında yatardı. Muhacir pazarının yukarısında da büyük bir mezarlık vardı, oraya yüksek mezarlık derlerdi. Söylemez Konağı’nı hatırlıyorum. Birde Muhacir Pazarı’nın orada Kanlı göl vardı. Yani mezbaha vardı. Hayvanlar orada kesildiği için her yer kan olurdu. Muhacir pazarının tam doğusunda güney cephesinde idi. Daha sonra öğrendim, buradaki kanları Almanlar alırmış, işlerlermiş. Meram kazanbendi yöresinde de ablamlar otururdu.

YAŞIM KÜÇÜK DİYE BENİ LİSEYE ALMADILAR

16.5 yaşındaydım. Küçüğüm diye beni liseye almadılar. Üzgün üzgün Kayalıpark’ın oraya geldim, oturdum. Çok kötüydüm, moralim filan bozuktu, ağlıyordum. Elimde de okula kayıt olacağım diye evraklarım duruyordu. Yanıma sarı saçlı bir delikanlı adam oturdu. Bana niye ağladığımı sordu, ben de anlattım. Okula almadıklarını söyledim. Bana hemen karşı tarafı gösterdi, git oraya gir dedi. Orası karşımızda duran yer meğer sanat mektebi imiş. Yıl 1930’du. O adamdan Allah razı olsun. 3. sınıfta bu adam beni yine buldu çünkü meğer o da bu okulda okuyormuş hiç unutmuyorum ona Sarı Mustafa 29 diyorlardı ama o okulu bitiremedi, terk etti, gitti.

HAPİSHANENİN ORADA İDMANYURDU SAHASI VARDI

O zamanlar top oynayanları seyretmek çok hoşumuza giderdi. Hapishanenin orada İdmanyurdu sahası vardı. Sanat mektebinin arka taraflarında idi. Bizim sanat mektebindeki hocamız aynı zamanda İdmanyurdu’nun da hocası idi onları çalıştırırdı. Mustafa hoca derdik.

SANAT MEKTEBİ İLE LİSE MAÇINDA KAVGA ÇIKMIŞTI

Bir de unutmadığım sanat mektebi ile lisenin maçı vardı. Bu maçta iki okulun öğrencileri arasında kavga çıktı, ben de kavga ettim o zaman Sanat Mektebi’ndeydim. Orada kolum epey darbe almıştı ondan sonrada bir daha top oyununa gitmedim.

ÖĞRETMEN MEKTEBİNDE GÜREŞ TUTTUM

Top oynamaya bu kavgadan sonra gitmeyince güreşe gittim. Heykelin orada bir mektep vardı. Herhalde öğretmen mektebi idi orası. İhsan isminde çok güçlü bir pehlivan vardı. Onunla güreşe biraz çalıştım. Ama sonradan telaşeden, iş güç ekmek kavgasından onu da bıraktım.

LİSE SON SINIFTA BİZİ İSTANBUL’A MAKİNİST MEKTEBİ İMTİHANINA GÖTÜRDÜLER

Lise son sınıfa geldiğimiz zaman bizi İstanbul’a makinist mektebine götürdüler, üç kişiydik. Kazım, İbrahim ve ben. İmtihana girdik. İbrahim imtihanı kazanamadı. Kazım gözünden sakat çıktı, onu da almadılar. Ben imtihanı kazandım. Ama okula gitmekten vazgeçtim ve yeniden sanat mektebine gelerek okulu bitirdim. Okul birincisiydim. Çünkü okulu birinci bitiren çocuk daha sonra dedi ki “Sen benden çalışkandın.” Ama orada bir numara yapmışlar benim hakkımı yemişler okulu iyi derece ile bitirdim. Okul Müdürümüz M. Ali beydi. Hatta son sınıfta beni yatılı bölüme bile aldılar.

ENDÜSTRİ DERGİSİNDE İTALYAN MÜHENDİSİN YANLIŞINI BULDUM

Okuldayken hep endüstri dergisi okurdum. Bir gün bu dergide bir İtalyan mühendisin kendi kendine çalışan makineler ile ilgili hatalı bir yazısını gördüm. Bunun yanlış olduğunu fark etmiştim ve daha çok çalışmaya başladım. Biz lise son sınıftayken 12 kişiydik. Daha sonra İstanbul’a gittim, işe girdim. Tornacılık yaptım. Sultan Ahmet’in orada bir çeşme vardı, orada bir tornacıda çalıştım. Daha sonra yeniden Konya’ya döndüm.

İŞE GİRMEK İÇİN HER YERE MEKTUP YAZIYORDUM

Sağa sola işe girmek için müracaat ettim. Bir gün İzmit’ten mektup geldi. Gittim. 250 kuruş yevmiye veriyorlardı. Burası Kağıt fabrikası idi. Annem yalnız dedim, parayı az buldum, tekrar geldim. Bu kez Kırıkkale’de bir iş varmış Mustafa Tezcan senin frezeciliğin iyi, oraya git dedi. Bana da gelen mektup da gel diyorlardı. Yıl 1935-36 gittim

KIRIKKALE ÇELİK HAT FABRİKASINDA İŞE BAŞLADIM

Burası hat fabrikasıydı. Çelik hat fabrikasında beni imtihan bile etmediler. 176 kuruş yevmiye verdiler. 3- 4 ay çalıştım. Ama burada da iş yoktu ki yani boştuk kendi kendime çalışmaya başladım. Makinelerde çalışıyor, çarklarda iş yapıyordum. Tezgah başlarında saatlerce çalışıyordum bu arada tam 208 sayfa not almışım. Burada kendimi pişirmeye geliştirmeye çalışıyordum çünkü tezgahlar dolusu alet vardı.

NÜFUS CÜZDANIMA BOYA DÖKÜP MERMİ FABRİKASINA FREZECİ OLDUM

Daha sonra duydum ki mermi fabrikasında, top fabrikasında frezeciye ihtiyaç varmış. Burası askeri bir fabrika idi. Ama buradan ayrılıp o askeri fabrikaya almazlarmış. Ben de düşündüm ve nüfus cüzdanımın üzerine boya döktüm. Çünkü nüfus cüzdanımda nerede çalıştım belli oluyordu. Boyaya dökünce orası kayboldu. İmtihana gittim bana en zor soruları sorabilirsiniz dedim gerçekten de imtihanda bana en zor soruları sordular, çok zordu, ama hepsini bildim. Bana 6 lira yevmiye vereceklerdi, öyle demişlerdi, ama daha yeniyim diye 2 lira yevmiye verdiler. Konya’dan Kuyumcu Hasan’ın kardeşi geldi. Ona biz 300 Ali de derdik. Bana bu para çok düşük, bu işi kabul etme dedi. Bende ustabaşına gittim ve benim paraya ihtiyacım var, ama ben bu paraya çalışamam dedim. Ustabaşı beni imtihanda görmüştü. Ben öyle deyince beni aldı binbaşıya götürdü. Benim yaptığım işleri filan da götürdü. Ankaralı İbrahim Hakkı isimli bir binbaşı idi. Benim para az çalışamayacağım dediğimi ustabaşı söyleyince bıraksın gitsin diye bağırdı beni odadan çıkardı. Dışarıda bekliyordum, daha sonra ustabaşı geldi beni yeniden çağırılar. 224 kuruş yevmiye verdiler. Burada 12 gün çalıştım. 12. gün sonunda müdür beni odasına çağırdı bana ‘evladım sen iyi bir elamansın iyi de çalışıyorsun, biz senden memnunuz, ama bak bize yazı geldi, seni eski yerine göndermek zorundayız’ dedi. Ben de mermi fabrikasına bir daha gitmem ben çıktığım yere bir daha girmem paramı verin ben gideceğim dedim. 24 küsur lira para aldım. Bunun 8 lirasına bilet aldım, 15 gün gezdim. İstanbul İzmit Eskişehir’e gittim.

ZEKİYE HANIMLA 41’DE EVLENDİK EVLENDİĞİMİZ GECE BALKON ÇÖKTÜ

5.1.1941’de Zekiye hanımla evlendim. Eşimi annem bulmuştu. Birbirimizi hiç görmedik. Getirdikleri zaman ben evdeydim. Kafasını kaldırdı ve yüzüme baktı, ilk kez orada gördüm. Hatta evlilik muamelemiz yanlış olmuş, nikâh da olmadı. Dini nikâh kıydık. Sonradan nikâh kıyıldı. O gün ev çok kalabalıktı. İkinci kattaki balkon tıklım tıklımdı. Millet oraya toplanınca balkon çöktü. Halası yaralandı. O zaman kız evi elbise istedi. İki üç kat elbise yaptık. Beyaz olan elbiseyi giydi geldi. (Burada söze kenarda saatlerce bizi sessiz sedasız dinleyen eşi Zekiye Hanım giriyor ve o günleri şöyle özetliyordu

-Bunu evlenirken hiç görmedim. Babam da beni vermeden bir defa uzaktan görmüş. Babamın arkadaşları bunu bir yere çağırmışlar ve şu çocuk demişler. Babam da bakmış bakmış iyi efendi çocuk demiş beni vermiş.

Bugün kendisi 93, eşi 83 yaşına gelmiş mutlu çiftin evliliklerinden üç çocukları var. Nuran, Emine ve Ömer…10 torun, 6 da torun çocuğu var.

TAYYARE FABRİKASINDA BENİ POSTA BAŞI YAPTILAR

Eskişehir’de Devlet Demiryolları atölyesine başvurdum. 105 kuruş yevmiyeyle işe girdim. Daha sonra Tayyare Fabrikası’na gittim. Frezeci, tesviyeci ve tornacıydım. Oraya tesviyeci lazımmış. Motor ustasına gittim. Bana iki lira yevmiye verdiler. Tayyare motorlarına ana yatak piston yapıyorduk. Çalışkandım, çalışırken burnumdan, hatta kulağımdan ter akardı. Müdür Kemal Bey vardı. Boşnak mühendisti. O tanıdığı Boşnak bir adamı yanına aldı. Ona 275 kuruş yevmiye verdi. Bıçak yapıyordu. Beni de oraya posta başı yaptılar. Yevmiyemi aylığa çevirdiler. Aylığım 52 lira oldu. Diğer posta başı işe ben gelince işe gelmez oldu.

ASKERLİĞİMİ 13. ALAYDA NURETTİN BARANSEL’İN YANINDA YAPTIM

Askerliğim gelmişti. 1,5 sene orada çalıştım. Konya’ya geldim. Bedel verdim, 13. Alaya gittim. Elbisemi bile kendim yapıyordum. 13. Alay Devlet Demiryolları Garı’nın doğusunda caddenin üzerinde büyük bir saha idi. Alay komutanımız, Albay Nurettin Baransel’di. Beni tanıdıktan sonra bana kendin gibi üç dört arkadaşını daha bul, sizi iş ocağına alacağım dedi. 6 ay askerlik yaptım.

HAVA YOLLARINDA UÇUŞ MAKİNİSTLİĞİ YAPTIM, AMA ORADA ÇOK İLTİMAS VARDI

Daha sonra Ankara’ya gittim. Hava yollarına başvurdum. Beni çok nazlı olarak işe aldılar. Çünkü orada hep iltimas vardı. 80 lira aldım. Burada üç sene çalıştım. Uçuş makinistliği yaptım. İlk 1939 yılında uçtum. O zamanlar 12 kişilik, 8 kişilik ve 4 kişilik tayyareler vardı. Tayyarelerin etrafı da madeni değil bezdi.

DDY MAKİNE BÖLÜMÜNDE FEN MEMURU OLDUM

Devlet Demiryolları Umumi Müdürlüğü Makine Bölümü’ne Fen Memuru elamanı arandığını gazeteden okudum. Müracaat ettim. Kabul ettiler. Çok kalabalıktı. İmtihanı 9 kişi kazandı. 8 tanesi zaten Devlet Demir Yolları’nın personeliymiş. Kazanan bir tek yabancı bendim. Birinci sınıf usta olarak işe girdim. Yüksek mühendislerden fevkalade dersler gördüm. İzmir’e gittik. Motorlu Tren Deposu’nda staj yaptım. Bana oradan belge verdiler. Daha sonra tekrar Ankara’ya çağırdılar. Cer Dairesi’nde motor bölümünde ressam olarak çalışmaya başladım. Hayata atılırken devlet maaşı almayacağım demiştim. Burada uzun süre ressamlık yaptım. Yani kafadan hayali makine resimleri çiziyordum. Motorlu tren deposunda şef montör yanı ustabaşı olarak 6 sene çalıştım. Yıl 1945 ben tecilli olduğum halde yeniden beni askere aldılar.

KAYSERİ GEDİKLİ OKULU’NA (ASTSUBAY OKULU) MOTORCU OLARAK GİTTİM

Kayseri Gedikli Okulu’na (Astsubay Okulu) Motorcu olarak gittim. GAZJ motorları vardı. İki taneydi. Bir tanesi iptal olmuş. Bana bunu çalıştır dediler. Ben bunu çalıştırırım ama size randıman vermez dedim. Yine de çalıştır dediler, yapacağıma inanmıyorlardı. Ama yaptım. 1948’de buradan ayrılıp Konya’ya geldim.

ÇOK SEVDİĞİM SADIK AĞIRBAŞLI ABİMİ BENİMLE ÇALIŞMASIN DİYE KANDIRDILAR

Kendime atölye açmak istiyordum. Takımlar almıştım. 300 liralık takımım vardı. En sevdiğim bir abim geldi. Sadık Ağırbaşlı. Konuştuk. Anlaştık. Atölye yapmak için bana büyük destek verecekti. Taşlama tezgâhı alacaktı. Larende Caddesi’nde boş bir arsa bulduk. Burada dükkân yaptık. Amele gibi çalıştım ve burayı 10 yıllığına kiraladık. Ama sürekli araya fesatlar giriyordu. Sadık Ağabey’e arsanı satma, bağını satma, bu adama paranı verme, o daha çocuk bu işi beceremez diyorlardı. Ve Sadık Abi de verdiği sözü tutmadı. 3 bin lira param vardı. Takım aldım, rektefiye aldım. Sadık Abi oğlunu yanıma vermişti. Lise son sınıfta ikmale kalmış,bana bunu yetiştir demişti. Motor aldım,yaptım. İlk motor alıp yapmamdan 250 lira kazandım. Ama Sadık abi ile mahkemelik olduk. Avukat Vehbi Bilgin vardı. Hakim mahkemede kızdı, Vehbi Bey yemin etsin, yoksa makineyi Mehmet Ali’ye veririm dedi. Ve Sadık Abi de yemin etti. Hakim bana dönüp dedi ki “Çoban herif madem anlaşmanız vardı iki satır yazıp imzalatamadın mı?” Dşarıya çıktık. Sadık Abi’nin yakasına yapıştım. Nasıl yemin ettin diye saldırdım. Ama daha sonra yaptığımdan utandım ve ağladım.

TOROS HANINDA VE İSTASYON CADDESİNDE DÜKKAN TUTUP ÇALIŞTIM

Toros Hanı vardı. Eski Buğday Pazarı’nın Kuzeybatı köşesinde. Oradan bir dükkân kiraladım. İş aldım, yapıyordum. İstasyon caddesinde Chevrolet tamirhanesi kiraladım. Yıllığı bin 600 liraya. Her ay 133 küsur lira veriyordum. İki sene burada çalıştım. Ama iyi para kazandım. İki senede atölyeyi düzelttim. Üçüncü seneye girdiğimizde hiçbir eksiğim kalmamıştı. Bankadan kredi aldım. Lisede okurken ant içmiştim. O İtalyan mühendisin hatasını bulup kendi gelirimi sağlayacağım, bilgimi memleketime harcayacağım demiştim.Bu arada Almanya’ya 2 kez gidip geldim. Krank taşlama aldım. Torna aldım. Dünyanın en büyük ve en güzel tornasıydı.1952. Bir yıl sonra her şey tamamdı ama dükkân sahibi çık dedi. Hâkimiyet-i Milliye’nin orada belediye dükkanları yapılıyordu. 13 dükkân. Oraya geçtim. Çok talep vardı.

ARTIK SANAYİ KURMAYA KARAR VERDİM

Ankara yolunda tren yolunun solundan arsa aldım. Buraya sanayi kuracaktık. Nafiz Tahralı Belediye Reisi’ydi. Yıl 1955. Sanayi kurarsanız ‘Buraya duman çöker’ diye ruhsat vermedi ve bizim sanayi kuracağımız arkadaşları ikiye böldü. Daha sonraki yıllarda Meram Eski Yol’da Belediye Reisi Rüştü Özal’dan sanayi bölgesi diye kabul edilen yerden arsa aldık. Yeni kooperatif kurduk. Sanayiciler Yapı Kooperatifi dedik. İşe başladık. 90 bin metrekare tarla almıştık. Vali beni çağırdı. Yanılmıyorsam Celal Bardakçı idi. Sanayiye kalaycıları da alacaksınız dedi. Ben yok mok dedim. O zaman burayı büyütün dedim. Bize 90 bin metrekarelik yer verdi. 180 bin metre karelik yer almıştık. 9 sene uğraştım. 56’dan 64’e kadar kredi aldım. Kimseye rüşvet vermedim. Bir kuruş rüşvet vermedim. Mehmet Turgut Sanayi Bakanı idi. Mühendis göndermişti. Benden 30 bin lira rüşvet istemişti. Biz de üç arkadaş biner liradan 3 bin lira verelim dedim. Oda bunu kabul etmedi. Tekrar bir heyet geldi Ankara’dan. Çünkü bizim kredi başvurularımız hep veto ediliyordu. 7. 5 milyon kendimiz para bulduk. 7.5 milyon da kredi aldık. 15 milyon liraya projeyi başlattık. 535 dükkanı 13.5 milyon liraya yaptık. 2.5 senede bitirdik. 15.9.1968’de kura ile işyerlerini teslim ettim. Elektrik, telefon, su her şey tamamdı.

SANAYİYİ KURARKEN BELEDİYE ÇOK UĞRAŞTIRDI, ÇOK RÜŞVET İSTEDİ

16 sene sonra 1972’de ikinci amacıma ulaşmıştım. Belediye çok engel çıkarmıştı. Rüşvet vermedim ama uğraşmaktan usandım. Kapıma çarpı işareti bile koydular. Himmet Ölçmen diye Silleli bir milletvekili vardı. TBMM’de benim hakkımda tahkikat komisyonu açtırmış. Allah’tan ortağımın oğlu jandarmadan öğrenmiş, haber verdi. İhtilal falan oldu da tahkikat boşa gitti.

KÖŞESİNDE MUTLU AMA ONUN İÇİN HALA DURMAK YOK

M. Ali Bayrakçı bugün evinde köşesinde yatağının kenarına penceresine dizdiği sayısız dosya kitap ve gazetelerin arasında yine durmadan boğuşuyor. Bir şeyler yazıyor. Notlar alıyor. Okuduklarının altını siyah keçe kalemle kalın kalın çiziyor. Eşi Zekiye hanım tam bir hanımefendi nezaketi içerisinde o konuşurken, çalışırken yine parmaklarının üzerinde yürüyerek ses çıkarmamaya çalışıyor. Saatlerce karşı divanda kapıya yakın yerde oturuyor ve lafa girmek değil adeta nefes almamaya çalışıyor. İkisinin de en büyük destekçisi torunları Arif, Arif onlara hizmet edebilmenin huzuru içerisinde hep gülüyor. Arif bilgisayarın başında çalışırken dedesinin de zaman zaman daktilodan çıkardığı kağıtları bilgisayara geçirerek ölümsüzleştirmeye gayret ediyor.

(Roportaj Uğur Özteke tarafından yapılmıştır)

Paylaşabilirsiniz...