Medîne-i Münevvere Hatırat

Medîne-i Münevvere

Hatırat

Ümmü Gülsüm

Medine-i Münevvere‟de 1991 senesinde, Cuma Camii Projemiz‟i uygularken yaşadığımız bir hatırat, hatta menkıbe…!

Malzeme deposu sorumlularımızdan, Yemenli Ahmet Efendi‟nin uzun müddettir perşembe günleri işe gelmediğini tespit edip, hafta başı cumartesi çağırtıp kendisinden durumu açıklamasını isterken :

– Burası ; Allahımız‟ın cc. evidir. Benim çabam; Rıza-ı İlahi‟ye uygun amellerle herkesin helal kazanmasıdır. İşi, ciddiyetini ve mü‟min kardeşlik görevlerini birbirine karıştırmadan el birliği ile usulüne uygun yürütmek durumundayız. Kıymetli Ahmet Efendi; seni üzgün görüyorum, sıkıntın nedir, her hizmete hazırım, derdin ne ise anlatabilirmisin ? Dedim…

Karşımda yaşlı gözler, boğaza düğümlenen kısık sesli cümleler ve çaresizlikten dertli bir gönül vardı. Yavaş yavaş başladı anlatmaya:

– Benim 14 yaşında, anadan doğma kötürüm, tek bir kızım var. Adı Ümmügülsüm. Çok küçükken farkına vardıktan sonra hoca, doktor, ilaç, hastane, çıkıkçı, bitkisel- fiziksel tedavi, kaplıca vs. başka ülkeler de dahil dolaşarak, imkansızlıklar içinde her türlü gayreti gösterdik ancak nafile. Madden, bir arpa boyu bile ilerleme olmadı. Yaşı ilerledikçe de kendisinin ve bizim üzüntülerimiz, düşüncelerimiz artıyor, şekilden şekile giriyordu. Kabullenemiyor, alışamıyorduk bir türlü. Riyad‟da, ancak özel zevatın girebildiği, tam teşekküllü bir ihtisas hastanesi vardı. Allah‟ım cc. nasip eyledi, bir hayır sahibi vasıtası ile kabul edildik Elhamdülillah. Altı aydır orada her türlü tedavi yapıldı ancak yine bir gelişme olamadı maalesef. Annesi yanında refakatçi kalıyor, ben de her çarşamba akşam uçağı ile gidip, Cuma gecesi dönerek, Cumartesi iş başı yapıyordum. Size gelip bu durumu bildirecek, özür dileyecek, helallik alacak ve izin isteyecektim. Önceleri çekindim gelemedim, affedin, dedi.

Bir an düşündüm, üç gidiş-geliş uçak bileti iki aylık maaşı kadardı. Daha önceki masrafları da düşünürsek, bayağı bir borcun altına girdiği belli idi garipcağızın. Seneler önce bir Mevlit esnasında rastlamıştım kendisine, kaside okunurken ağlıyordu.

“ Ağlayacağı yeri bilen, ağlamak yakışan, ne güzel ehl-i dil bir insan” diye, geçirmiştim içimden. Birkaç sene sonra bizimle çalışmaya başladı. Bunları düşünürken, bir yandan da nasıl yardımcı olabileceğimizi sordum, Bi-İznillah borcunu da, bir şekilde halledebileceğimizi söyledim. Dua edip sevinirken, yaşlı gözleri sanki Riyad‟a doğru bakıyordu.

– “ Şimdi beni çok sarsan değişik bir durum var, onu arz edeyim.” Dedi : “ Evvelki gün, altı aydır kızımı birçok testlerle, şoklarla vs. her türlü şekilde tedavi etmeye çalışan bölüm başkanı ecnebi, gayri müslim bir profesör doktorumuz var. Beni odasına götürerek karşısına alıp, üzgün ve süzgün bir ifade ile şunları söyledi:

– Sizleri aylardır izliyorum, bir ana-baba olarak , manevi maddi, gücünüzün üzerinde her türlü fedakarlığı yaptınız, kızınız için çırpınıyorsunuz. Biz de elimizden gelen, tıbbın ulaşabildiği bütün teknikleri denedik. Sonradan olma bir rahatsızlık olmadığı için, baştan beri imkansız görünmesine rağmen sizin gözlerinizdeki ümit ışıltısına, gönlünüzdeki şefkate duyarsız kalamayarak samimiyetle çalıştık, maalesef başaramadık. Tıp, bu noktadan sonra çaresiz artık. Şifası için Amerika‟da hatta Ay‟da bile bir ihtimal zerresi olsa, size alın götürün, onu da deneyin diyeceğim ama artık yok; ancak bütün bu YOK lara rağmen bir şey VAR…! Merak ediyorsun değil mi ? O da şu :

Senin Peygamberin (sav.) Allah‟ın cc. sevgilisi. Özellikle “O”nun huzurunda, hatırını da ortaya koyarak Allah‟a cc. edilen dua ret olmaz. Gidip niçin can-u gönülden yalvarmıyorsun ? “O” isterse Allah cc. geri çevirmez, kabul eder. Unutma..! Bu senin tek ve son çaren, artık.

Sizleri kardeşim gibi sevdim; insani duyguların, maneviyatın, inancın, şefkatin, azmin, aşkın ne olduğunu sizde gördüm. Kızını, kızım gibi sevdim. Her gün ziyaretimde, bana tam teslim olmuş bir durumda, beni içimden ağlatan, her şeye rağmen ümitle ışıldayan gözlerini, o masum melek gibi simasını unutamayacağım. Resmini çektim, iznin olursa cüzdanımdan ayırmayacağım. Bu vak‟a benim meslek hayatımda ve yaşantımda bir dönüm noktasıdır. Zaman zaman senin elinde gördüğüm ipe dizili boncuk taneleri ki adının „SÜBHA‟ (tespih) olduğunu öğrendim, bununla ne yaptığını sorduğumda, Allahım‟ın cc. ismini binlerce defa tekrar ediyorum, Peygamberim‟e (sav.) selam ediyorum, demiştin.

“ İnsan neyi severse ; onu çok söyler..! ” “ Bu samimi sevginin boşa çıkmayacağına bütün kalbimle inanıyorum.

Bir gün ülkeme dönersem sizi özleyeceğim, arada arayacağım. Yolunuz açık olsun, güzel haberlerinizi bekleyeceğim‟‟ diyerek beni uğurladı…

Ahmet Efendi sözlerine şöyle devam etti :

– Başka bir halet-i ruhiye ye girdim. Üzüntülüyüm, mutluyum, şaşkınım, ümitliyim, zıt duyguları aynı anda yaşıyorum. Mahmut Ağabey, kızımı Pazartesi sabahı taburcu edecekler, müsaade ederseniz Pazar günü erkenden gidip, muameleleri tamamlayıp evrak, film, rapor vs. ne varsa toparlayıp Medine-i Münevvere‟ye geleceğiz İnşallah, dedi.. Dedeciğim Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) Efendim bu durumlarda “ FIRSAT ! ‟‟ buyururlardı. İşte tam o zamandı. Ben de :

– “ Hemen harekete geçelim, senin gidiş, üçünüzün de dönüş biletlerini ayarlayalım. Seni hava meydanına götürecek ve karşılayacak araba da hazır, başka türlü bir ihtiyaç da olursa hallederiz Bi-iznillah. Fakat Profesör‟ün sözleri çok manidar, döner dönmez bu ikazı en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekir, kendisi ile de tanışmak isterim.” Dedim. Ertesi sabah selametledik. Pazartesi günü şoför karşılamaya gitti, sonra tekmil vermeye yanıma geldi. Ona sordum :

Ne yaptın, evlerine teslim ettin mi ? Hazırlıkları olmayabilir hemen yiyecek, içecek vs. ayarlayalım, dedim. Şoför ise :

– Ahmet Efendi ve Ailesi doğrudan Harem-i Şerif‟e gitmek istediler. Kızı tekerlekli arabasına bindirdik, üçü de ağlıyordu, benim de içim parçalandı. Ümmügülsüm ufacık, sanki 10 yaşında gibi. Bu zamana kadar belinden aşağısı hiç tutmamış, dayanmadan oturamıyor bile, ancak yüz üstü kollarını dikerek sürünebiliyormuş, çok üzüldüm.

– Biliyorum, bana küçüklüğünden beri birçok resmini gösterdi, bende ona : „‟ Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler ‟‟ dedim. Şoför :

– Bir valizi var, depoya bırakacağım, sonra kendisi alacak.

Aradan takriben yarım saat kadar geçmişti, dışarıdan bir gürültü koptu, sesler geliyordu, hemen dışarı çıktım. Ahmet Efendi karşıdan, feryad-ü figan ağlayarak koştu sımsıkı sarıldı bana. Yapıştı bırakmıyordu, ne dediğini de anlayamıyordum.

– Yahu ne oldu, hayırdır inşallah, gel şuraya otur, elini yüzünü yıka, bir şey iç, bu ne hal ? Dedim. Kendini yere attı secde ediyor…Subhanallah..! Ortada iyi bir şey var, hissediyorum, ama ne olduğunu bilemiyordum.

– Dur bir dakika…! Şu işi arabadan indikten itibaren an be an anlatmaya başla, oraya kadarını takriben biliyoruz.

Yaşlı gözlerle başladı anlatmaya :

– “ Kızı tekerlekli sandalyesine bindirip, annesi ile beraber Bab-ı Nisa‟ya (Hanımlar Kapısı’na) bırakıp, doğrudan Bab-ı Cibril‟den Huzur-u Resulullah‟a vardım. Şebeke-i Saadet‟e yapıştım, kimseyi gözüm görmedi, kimse de beni görmedi.

Ya Rab…! Dedim.

Ben kızımın şifası için 13 senedir sana dua etmedim mi ?

Özellikle onun için hac yaptım, umreler yaptım. Göz yaşlarımla kisve-i şerifi ıslatarak yalvarıp yakarmadım mı ?

Gecelerim, gündüzlerim dualarla, ibadetlerle, gücümün üstünde sadakalarla geçmedi mi ?

İyi niyetinden şüphe etmememe rağmen, müslüman olmayan bir kulunun, “- Niye Peygamberin‟e (sav.) gidip onun huzurunda candan Allah‟tan cc. şifa dilemiyorsun ?‟‟ ikazı bana çok ağır geldi. Halim sence malum, beni benden iyi bilirsin diyerek Rabbim‟e nazlanıp dua ve iltica ederek yalvardım. Sonra, (sav.) Efendimiz‟e yöneldim :

Rahmete‟l-lil Alemin (sav.) Efendim; yine geldim huzuruna, ama bu sefer madden manen bitmiş, tükenmiş birde uyarıya maruz kalmış olarak. Mecalim, takatim kalmadı artık.

Şu andan itibaren kızımı sana teslim ediyorum, senindir…!

Ne yapacaksan yap…!

Gidiyorum ben, Allahım cc. şahit..!

Bu şartlarda dönmeyeceğim geri…! Diye niyaz içinde hıçkırarak yalın ayak dışarı attım kendimi, bu manevi sekr halinde, şuursuzca hızlı hızlı bilmediğim bir meçhule yürürken birden, yavrum Ümmügülsüm‟ün haykıran sesi kulağımda ;

– “ Babaa, Babaa, Babaa ” diye çınlamaya başladı..!

Birde arkama baktım ki ; doğru dürüst sürünemeyen kızım, hanımlar tarafından koşarak geliyordu, peşinde ona yetişmeye çalışan annesi. Şaşkınlığım had safhada idi. Hep birlikte kavuşup, ağlaşıp, kucaklaştık.

– Kızım; nasıl oldu bu iş?

– Biliyorsun Harem-i Şerif‟e girdik, bir köşeye çekildik. Anneciğim derhal secdeye kapandı, ben de iskemlemde duaya başladık. Allahım cc. sana engelsiz dua etmek istiyorum, secde de duanın zevkini ben hiç yaşayamayacak mıyım..? (sav) Efendim‟in hürmetine geri çevirme beni ne olur, diye hıçkıra hıçkıra yalvarmaya başladım ki, bir anda damarlarıma kan doldu ve sanki bir el beni tuttu ayağa kaldırdı. Babacığım; sana doğru yürümeye, sonra koşmaya başladım, şimdiye kadar hiç bilmediğim duyguları tadıyorum.

Ya Rabbi…! ne oluyoruz, bu ne tecellidir ?

Hemen tekrar şükran duyguları içerisinde Harem-i Şerif‟e girip, Sultan-ül Enbiya Efendimiz‟e niyazla salat-ü selam getirerek, kurumayan göz yaşlarımızla Mevlamız‟a secdeler ettik. Yavrumun ilk secdesi şükür secdesi oldu. Vakit saat gelmişti, dualarımız kabul olmuştu Elhamdülillah. Şimdi de bir vasıta ile sana müjde vermeye geldik. İşte arabadalar, gelip gözünle görebilirsin, dedi.

– Allahımız‟ın cc. rahmetine, keremine, Efendimiz (sav.) ‟ in şefaatine, tezkiyesine mazhar olan yeğenimiz, elimi öpmeye geldi. Şaşkın ve mutlu bir vaziyette, göz yaşlarımızla ağzımızdan;

سُبْحَاىَ اللهُ وَ بِحَوْدِهِ سُبْحَاىَ اللهِ العَظِين

Hadis-i şerifi çıktı. Bugün bayram oldu, iş paydos. Ümmügülsüm‟ün şerefine hemen şükür kurbanları kesip fukara ve gurabayı da toplayıp, akşama Kur‟an-ı Kerim cemiyeti ve Mevlid-i Şerif ile birlikte ziyafet verelim. Harem-i Şerif‟te yatsıyı eda edip buluşalım, dedim. Onları eve gönderip, arkalarından da giderek, fakir ama gönlü zengin iman timsali bu güzel insanların evinde gerekli ihtiyaçları tespit edip akşam için hazırlık yaptık. Ufacık ev ve bahçesi bereketten dolup taşıyordu. Önceleri şifa dilemek için kalkan eller, şimdi de Rabbimiz‟e şükür için kalkıyordu. Her tarafı ruhaniyet, maneviyat, huzur ve mutluluk kaplamıştı.

İmanın, teslimiyetin, ümit kesmemenin, saf bir gönülle usulüne uygun, hatta naz ile bir de Huzur-u Resulullah‟da edilen duanın işte neticesi..!

Velinimetim, rahmetli Babacığım Ömer Kirazoğlu Hocam‟ın veciz sözü birden sesi ile birlikte gözümün önünde canlanıyor;

“ Rabbim daha ne yapsın..?! ‟‟

Tıbben imkansız denilen bir vak‟a..! Kulun (sav.) Efendimiz vesilesi ile halisane Allah‟a cc. niyazı ve sonuçta Murad-ı İlahi ile, İkram-ı İlahi‟ye mazhar oluşu. Elhamdülillah-i Rabbilalemin…

“ Kulların hesabı kul kadardır. Ya Allahımız‟ın hesabı…?! ”

Yüzünden gülücükler saçılan, mutlu Yemenli Ahmet Efendi ile sabah buluştuğumuzda kendisine;

– Nurlu kardeşim; şimdi bizi bekleyen bir büyük hizmet daha var, hadi bakalım. Bu işteki müsebbip Doktor Bey‟e bir teşekkür borçluyuz, bu telefonla yeterli olmaz. Sizlerde zihnî bir problem var bile sanabilirler. Birkaç günlük istirahatten sonra, Ümmügülsüm‟ü de alarak yine üçünüz doğru Riyad‟a gitmelisiniz. Bilet, otel vs. ayarlarız. Doktor Bey‟in o, güzel niyetinin bu kadar çabuk tahakkuk edişini gözleri ile görmesi lazım. Hatta sırf o değil, altı aydır bu kızımızın hizmetinde bulunan diğer doktorlar, hasta bakıcılar, idari personel vs. nin de şahit olması gerekir. Tıp literatürüne geçecek bu hadise belki birçok hidayetlere de sebep olabilir. Bu bir görevdir, çok önemli, dedim.
Bir hafta sonra üçünü Riyad‟a uğurladık. Buluşunca aramalarını rica etmiştim, aradılar. Doktor Bey, ( sesinden belli idi ) mutluluk göz yaşları içinde: “Mesleğimizin gayesi ; işte böyle hizmetlerle güzel netice almak olmalı ‟‟, dedi. Ben de, her insanın yaşama gayesinin aslında ;

“ Yaratanına kulluk, yarattıklarına da hizmet ‟‟ olması gerektiğini söyledim. Çok coşkulu idi. Benimle nasıl buluşabileceğini sordu.

– Müsait zamanınızda gelirim.

– Mümkünse sizi hemen bekliyorum deyince, ertesi gün gittim. Tanıştık, sarıldık. Medine Gülü ve hakkında Hadis-i Şerif olan „Acve Hurması‟ götürdüm. Özelliklerini söyledim, memnun oldu. Ümmügülsüm‟le de ilgili bazı ilginç şeyler anlattı.

– Ondan neler öğrendim..! Küçük ama büyük bir insan. Telefonla müjdeyi aldıktan sonra teşekkür için gelmelerini bekliyordum, çok duygulandım.

– “ Takdir etmek, kıymet bilmek kadirşinaslıktır. Bundan yoksun olan, hamdetmeyi de, şükretmeyi de bilmez.” Bu noktadan hareketle ben de bir şey düşünüyorum:

Senin, “O” Allah‟ın cc. sevgilisidir, Allah cc. O‟nun arzusunu kırmaz dediğin „‟Zat‟‟ da (sav.) senin arzunu kırmadı. Acaba „‟O‟‟da senden bir teşekkür bekler mi, ne dersin..?! Dedim. Heyecanlandı, etkilendi.

– Beni oraya kabul etmeleri için ne yapmam lazımsa, hazırım borcumu ödemeliyim, dedi.

– Bir tek cümle : “ Kelime-i Tevhit ‟‟ dedim.

– Öğret, dedi.

لَ إِلَهَ إِ ا لَ الله هُحَ ا ودٌ رَسُىلُ الله

Kendisine talim ettim. Kalktı sarıldı. Başladık ağlamaya..!

– Elhamdülillah şimdi İslam‟la müşerref olarak mü‟min kardeşim oldun.

– Ben bu sözü çok sevdim, bir defada kalmayıp hep söylemek istiyorum, Ahmet Efendi‟nin elindeki tespih ile Allah‟ın cc. güzel isimlerini tekrar etmesini şimdi daha iyi anlıyorum, ben şu anda yeniden doğdum, ilk nefes ve anne sütü ile yeni bir hayata başladım, çok açım, çok susuzum, beslemeye devam et, ne olur beni bırakma..!

– Sen istesen de bırakmam artık. Bu bir Tertib-i İlahi‟dir, bu bir Lütf-i İlahi‟dir. İçeri ilk girdiğimde, yüzünde parlayan iman nurunu gördüm. Bu kıssa „‟SEVGİ‟‟ sözcüğü ile başladı, (sav.) Efendimiz‟in en sevdiği de Ebubekir Sıddık (r.a.) Efendimiz‟dir. Senin ismin de Ebubekir olsun mu deyince, dinmeyen göz yaşları daha da çoğaldı. Ben devamla işte şimdi ‟‟Nurun ala nur‟‟ oldu, dedim.

Bir cami‟e gidip, imam efendiden de işi resmileştirip ikamesine, hüviyetine ve pasaportuna “ dini : İSLAM ” olarak işletmek üzere muamelelere başladık.

İşler tamamlandıktan sonra Medine-i Münevvere‟ye beklediğimi söyleyip derin derin bakışarak, dualaşıp Riyad Havameydanı‟nda en kısa zamanda kavuşmak üzere ayrıldık.

Ben döndükten beş gün sonra, Perşembe günü sabah uçağıyla geldi. Karşılamaya gittim, yanında iki doktor asistanı da vardı, “hayırdır inşallah!”. Tanıştırdı, kucaklaştık, onların da hidayetine vesile olmuştu. Allah‟ın cc. izni ile artık bu böyle gider, diyerek çok sevindim.

Otele uğrayıp, abdest tazeleyip ziyaretlere başladık.

– Muhterem Ebubekir Bey kardeşim bil ki; Aleyhissalat-ü vesselam Efendimiz kendisine getirilen her salat ve selama cevap verir, manen haydır.

Bu en güzel diyaloğu Sultanımız (sav.) ile selamlaşarak sindire sindire yaşa, dedim. İnen göz yaşları ile artık Aşk-ı Nebi‟nin kapsama alanında idiler. Peygamber Efendimiz (sav.) Hazretlerinin Huzur-u Alileri‟nden uzun müddet ayrılamadılar. Hayatımızda secde kadar zevk aldığımız bir şey yaşamadık dediler. Secdenin; insanın en saygın yeri olan alnının Halik‟i için yerlere kapanması ( ki bir senede 30 000 i geçiyor ), “O”na en çok yaklaştığı, hatta iç içeliğini hissettiği, en çok yüceldiği makam olduğunu söyledim. Kendilerine namazla ilgili kısaca bazı bilgiler verdim. “ Yalnız ibadetin ” ve “ cemaatle ibadetin ” ayrı ayrı güzelliklerini anlatmaya çalıştım. Cennetü‟l-Baki‟yi, Hz. Hamza ra. Efendimiz‟i, Şüheda‟yı, Uhud Dağı‟nı, Kuba, Kıbleteyn, Yedi Mescitler‟i ve bazı özel mekanları ziyaret ettik.

Sonrasında, Mahmut bey biraderim: “ Ben kendimden geçtim ” anlamında bir söz sarf etti.

– Doğrudur, bu güzellikler insanın nefsinin kötülüklerden arınmasına, “ben ben” demekten vaz geçmesine, kulluk sıfatları ile mücehhez olmasına, sonuçta; (sav.) Efendimiz‟in delaleti ile Allah‟a cc. teslimiyetine sebep olur, hatta insan dualarında: Ya Rab ! Beni göz kapayıp açma anı kadar dahi olsa nefsimin eline bırakma, der.

– Güzel kardeşim, önceden de Allah‟ı cc. biliyor ve inanıyordun. Ama şimdi “O”nun istediği gibi biliyorsun ve “O”na aşık oldun. Unutma ki; “sevgi büyükten küçüğe geçer.” Seviliyorsun ki seviyorsun. Muhammed İkbal ks. Hazretleri‟nin şu sözü düsturun olmalı:

“Her yaptığın te maksadın Allah‟a cc. yaklaşmak olsun.”

Hedefin; artık Cemalullah. Sana mübarek ola, dedim.

Ümmügülsüm ve ailesi ile birlikte akşam yemeğini yedik. Ben de otelde kaldım. Uyumayıp sohbet ettik. Cuma namazını Kabe-i Müşerrefe‟de kılmak üzere ihramlanıp sabah namazını müteakiben Ahmet Efendi‟yi de yanımıza alarak Mikat Mescidi‟ni ziyaret edip, Umre‟ye niyetlenerek Mekke-i Mükerreme‟ye doğru araba ile yola çıktık.

Şüheda-i Bedir, Amine Validemiz‟in Kabr-i Şerifleri gibi noktalar ve Hicret, edep, ahlak, hak, hukuk, merhamet, cömertlik, çalışkanlık, hizmet, mü‟minlik sıfatları gibi önemli konular sohbetimizin içeriği idi.

Kabe‟yi görünce ilk duanın makbuliyetini anlatarak Cenab-ı Rabbimiz‟in rızası‟na uygun hayırlı dua edebilme ve onun kabulü talebinde bulunmamızın uygun olacağını söyledim, (sav.) Efendimiz Hz.‟in en çok namaz kıldıkları yeri, kainata teşrif ettikleri Devlethane‟yi, Cebel-i Nur‟u, Cebel-i Sevr‟i, Hac Güzergahı‟nı…vs. ziyaret ettik Elhamdülillah.

Gece Medine-i Münevvere‟ye döndük. Sabah ta, geri giden ayaklarla zorla ayrılarak Riyad‟a uğurladık.

– “ Ne olur arayı açmayalım, sık sık buluşalım, biz de geliriz, seni de bekleriz.” Dediler. Soru cevap ve sohbet ihtiyacı had safhada idi. Biz eve dönerken Ahmet Efendi bana:

– Mahmut ağabeyim ben de onlara ne yapabilirim ? Diye sordu.

– Güzel kardeşim; siz onlara vücut dili ile dünya ve ukbayı kazandırdınız ama bu işin sınırı yok. Sen Hafız-ı Kuran‟sın. Kuran-ı Kerim okumayı öğrenmeleri için yardımcı olabilirsin, ayarlarız bazen Riyad‟a giderek bazen de onlar gelince, dedim. Gözleri ışıldadı. Programı uygulamaya başladık.

İslamiyet‟le müşerref olduktan sonraki ilk haclarını birlikte yaptık. Hac‟dan sonra ilk hatimlerini bitirmişlerdi. Dünyanın en kıymetli annesi Amine Validemiz‟in (r.a) huzurlarında duasını yapıp bütün ruhaniyete bağışladık.

Kalabalıklaşmışlardı, sayıları giderek artıyordu. Hatta ülkelerinde de çevrelerine hidayet için faydalı oluyorlardı, çok şükür. İstedikleri lisanlarda dini kitaplar temini için yardımcı oluyorduk. (sav.) Efendimiz‟e yeni ümmetler arz ediyorduk. Cenab-ı Rabbim‟e sonsuz Hamd-ü senalar ve şükürler olsun…

( Hamt herşeye, şükür nimete dir. )

Ne ibrettir ki; başta Ümmügülsüm kızımız olmak üzere anne ve babasının, akrabalarının hatta yakın çevresinin 13 sene süren sıkıntılı ve ızdıraplı hayatı vakti zamanı gelince Bi-iznillahi Teala mutluluğa dönüşüyor. Bu teslimiyet, bu isyansız sabır, bu iman gücü, başkalarının da hidayetine, imanla müşerref olmasına sebep oluyor. Böylece; problem etmek yerine, her olaydan bir güzellik çıkartmak gerekiyor.

Unutmayalım ki; kişinin hayatında hamt edeceği şeyler, şikayet edeceği şeylerden daha fazladır. Pozitif; hep ilave getirir, negatif ise; hep eksiltir, aynen matematikte olduğu gibi.

Burada sözden ziyade “hal ile”, “davranış ile”, “yaşantı ile”, irşat tarzı öne geçiyor. Çekilen çilenin daha bu dünyadaki mükafatına şahit olduk, ya öbür alemde ki..?

Kul; tabi ki rahatsızlığında, sıkıntısında meşru olarak sebebe sarılmakla mükelleftir. Ancak bilinmelidir ki :

و إذا هَ رضْ تُ فهُ ىَ ي شف يي ( Şuara 80 )

“Hasta olursak şifayı ancak Allah cc. Verir.” Ayeti bize kulluğumuzu hatırlatır, maneviyatımızı güçlendirir, ve her şeyin ( bana göre, sana göre değil; “O”na göre ) yani Murad-ı İlahi ile olabileceğini bildirir…

Allah‟tan cc. Rahmet isteyenin kendisi de merhametli olmalı, af isteyenin kendisi de af edici olmalı. Özü sözü düzgün, fikri zikri düzgün, ihlaslı samimi bir müslüman olmalı. Netice de insanın Allah cc. ile arası iyi olmalı ki dua edecek yüzü olsun..! Duanın önemi;

اُدْ عُ ى ي اَسْ ت جِ بْ لَكُ ن ( Gafir 60 )

“Dua edin icabet edeyim” ayeti ile sabittir. Ama nasıl dua, adet diye mi, ibadet diye mi? Sözde mi dua, özde mi dua? Neticede; Allahımız‟ın cc. bizden istediği şekilde dua etmek. İşte matlup olan makbul dua da budur. Yaşantımız bu yönde olur inşallah.

5/5/1991

NOT: 1- Bu güzelliklerin müsebbibi olan Allah cc. ondan razı ola. Ümmügülsüm Kızımız‟ın zamanla boyu, kilosu normalleşti, gelişti. Evlilik için talipleri oldu, bana danışıyorlardı, zor bir görevdi. Kızımızda tecelliyat vardı, manevi hal vardı. İyileşir iyileşmez, tekerlekli iskemlesiyle helalleşip: “Senelerce benim kahrımı çektin, seninle kader arkadaşıyız, seni bırakmam, hep evimin özel bir köşesinde olacaksın” diyen bir engin gönle sahipti. O “ Pırlanta‟ya ” kimi layık görebilirdim ki ? Uygun eş bulmak kolay değildi. Çok şükür bir gün “ Nasiplisi ” çıkageldi. Onun için bizde bir sürü test, istişare ve istiharelerden sonra; pırıl pırıl bir genç işte Budur kanaati uyandı. Birbirlerini beğendiler. Ailelerin de gönülden rızası olunca, eli kolu sıvadık. 1995 ‟te evlendiler. Evinin eşyaları ve diğer masraflarla ilgili nasibi olanlar hizmet etti. Şu anda iki kızı, iki oğlu var, Elhamdülillah.

Kız olan ilk çocuğunun ismini benim vermemi istediler. Kuran-ı Kerim ve kulağına ezan okur, duasını ederim. İsim seçimine gelince; önce annenin, sonra babanın hakkıdır diyerek çekimser durmaya çalıştım, ama bir de diyeceğim olduğunu söyledim.

– “ Sen bizim hem babamız, hem annemizsin ” diyerek ısrar edince, bendeniz de gülümseyerek “Gülsüm” isminin uygun ve doğru isim olacağını çünkü 19 sene önce yeğenimizin isminin Ümmügülsüm konulması ile Bi-iznillah birgün iyileşeceğinin, evleneceğinin ve ilk çocuğunun isminin Gülsüm olacağının işareti verilmişti aslında dedim. Başta Gülsüm‟ün annesi (Ümmügülsüm) ve ailesi çok şaşırıp, duygulanıp, sevindiler. Boncuk gözlü güzel, minik Gülsüm‟le ilgili görevlerimizi yerine getirmiş olduk.

– “Ben garip kulumun gönlündeyim” Hitab-ı İlahisi‟ni algılayarak, özümseyerek, duyarak böyle bir yüzü güldürmek dünyanın en zevkli şeyi olsa gerek. Maalesef bazen gülmeyi bile unutan, sırtı senelerce sıvazlanmamış, başı okşanmamış, bir tatlı söze bile özlem duyan ne kullar var. Aradıktan sonra ibrette bol, hizmette bol. Kaderullah akıp giderken gönül irtibatlı beş duyu faaliyettedir. Görmek için bakabilmek, duymak için işitebilmek, lezzet için tadabilmek gerekir. Tabi bunlar; “ Kalp gözü görene göre, kalp gözü körse ne göre? ”

Eşyanın hayali, eşyanın sureti derken eşyanın hakikati tecelli etmişti. Böyle durumlarda bir zerre de olabilse pay sahibi olabilmek ne büyük nasiptir…

– “ Liyakatten değil, sadakatten talibiz Allahım cc…”

Mutlular mutluyuz. Cenab-ı Mevlam‟a hamt olsun, sonsuz şükürler olsun.

2- Yemenli Ahmet Efendi‟nin yaşadıkları, kendi ağzından üç kişi tarafından dinlenerek tercüme edilip, ayrıca Ümmügülsüm ve annesinin fikirlerinden de istifade edilerek tastikleri üzere, bendenizin şahit oldukları ile birlikte aynen tarafımdan kaleme alınmıştır…

DUYGU SELİ

Mevlam; icabet için dua bekler kulundan.
Boş çevirir mi ? “Gelen; halis kulu yolundan”…

Zayi olmaz emekler, niyazla beklemekle,
Ümidi kesme atma, yeşerir bir gün bekle..!

Dua da hudut çizme ! “O”na vermek zor mu ki ?
Halikimiz Rabbimiz; başka kapı var mı ki ?

Rahmetullah var iken, kalınır mı yeis te ?
Ol rahmet deryasından, istediğince iste..!

Aşk ile niyaz eyle, salat-ü selam eyle,
Sallallahu teala aleyhi ve sellem‟e…

Allah; öyle buyurmuş; “O”na Habibim demiş.
“O”nun ile dualar, kabule şayan imiş…

Dikenlerden arınıp, gülleri dermek için,
Azm-i kavi‟le yapış, maksuda ermek için…

“Ümmeti” hitabına, muhatap olmak gerek,
Cemal‟e vuslat için, Aşkı‟nı bulmak gerek…

Ya Rab ! Müyesser eyle, İmanın Kemali‟ni.
Fazlınla kerem eyle, lütfeyle Cemalin‟i..!
Amin…

وَ ال ا س لَ مُ عَ لَ هَ يِ ات اب عَ الهُ دَ ي

MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU

y. mimar
21/4/2011

MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU – Hatırat – PDF

Paylaşabilirsiniz...