Kudüs’ten vazgeçemeyiz…

Ömer Lekesiz

kudusKudüs’ten vazgeçemeyişimiz siyasi, coğrafi, jeo-politik, stratejik vb. bir zorunluluk olmaktan önce İslami ontolojiden kaynaklanan bir zorunluluktur. Asıl bu yüzden vazgeçemeyiz Kudüs’ten.

Ondan siyaseten uzak düşürülebiliriz, onunla aramıza coğrafi sınırlar çizilebilir, daha kötüsü kaybedebiliriz Kudüs’ü. Ama uzaklaşmışsak yakınlaşmaya, çizilen sınırları iptal etmeye, kaybetmişsek yeniden kazanmaya da yönelmişiz demektir. Bu manada her olumsuzluk yeni bir olumlunun potansiyelini içinde taşıdığından hiçbir şey bizi Kudüs’ten uzaklaştıramaz.

Kudüs’le aramızdaki asıl bağı oluşturan ontolojik idrakten ayrı düşmemizdir tehlikeli olan; bu idraki yitirdiğimizde yitirme düşüncesini de yitirmiş yani kendimizden vazgeçmiş oluruz çünkü.

Konuya bu düzeyden baktığımızda Kudüs dediğimizde Mekke, Mekke dediğimizde Kudüs demiş oluruz bu yüzden.

Bu iki şehir. “Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık” buyruğunun tezahürlerindendir. Ak ile karanın, gece ile gündüzün ikiliği gibi bir ikiliktir onlarınki; birbirine bağlı, ayrıştırılamaz bir ikilik, bir çifte duruştur Mekke ve Kudüs.

Mekke narindir: Diri olan her şeyin kendisinden yaratıldığı su nimeti üzerine bir kadın (Hacer) eliyle kurulmuş ve “Ümmü’l-Kurâ” olarak adlandırılmıştır.

Kudüs güçlüdür: Davut (a.s.) “Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır.”; “Ve ona demiri yumuşattık” ayetlerinin ilk muhatabı, Süleyman (a.s.) da Davut (a.s.)’a verilen bu nimetlerin ilk varisidir. Dolayısıyla Kudüs, “demir gücüne sahip” iki peygamber tarafından, “demir gibi sağlam” olarak inşa edilmiş, uzaktaki (aksa olan, erişilmesi gereken) mescittir.

Mekke’nin narinliği onun ebabil kuşlarınca korunmasıyla, Kudüs’ün güçlülüğü (başta Yahudiler olmaz üzere) onca kavimin saldırısından, yıkımından, talanından sonra yine ayakta kalmasıyla tescil edilmiştir.

Mekke iniştir: göğüsleri genişleten, yükü azaltan, şanı yücelten, zor olanı kolaylaştıran, çalışmaya yönelten buyrukların yere (inzali) inişidir.

Kudüs çıkıştır; İlahi emirlerin muhatabı olarak, o emirlerin yerleştiği kalple göğe yükseliştir / miraçtır.

Mekke Kur’an’dır: Son Peygamberin (s.a.v.) kendisinden önce ve sonra yaratılmışların, bildirilmişlerin ve bilinmişlerin tüm bilgisini ihata edişidir.

Kudüs Furkan’dır: Üstüne şeriatlar getirilendir, çoğaltılandır, yayılandır.

Mekke Misak taşının mekanıdır: Araf Suresi 172. Ayet’in hatırlatıcısı olan Hacerü’l-Esved’e sahiptir.

Kudüs Hacer-i Muallak’ın mekanıdır: Hacerü’l-Esved’in temsil ettiği misak’a bağlı bir yaşayışın yücelmeye bitişikliğini temsil eder. Merbub olmayı bilenin Rabb’ine erişme imkanını gösterir.

İbn Haldun Mukaddime’sinde, Peygamberimiz’in “ilk önce bina edilmiş olan ibadet evi hangisidir?” sorusuna karşılık ilkin Beytullah’ın, sonra Beytü’l Mukaddes’in bina edildiğine, iki arasında kırk yıllık bir zaman olduğuna işaret buyurmasını, mekan olarak yapılma değil, ibadete tahsis edilme (ezeli ve ebedi kıblegah olma) şeklinde yorumlar.

Peygamberimiz’in (s.a.v.) Kudüs’e yönelerek başladığı ikindi namazını Allah’ın emriyle Kâbe’ye yönelerek bitirmiş olmasını, din’in tamamlandığına ilişkin emirle birlikte okuduğumuzda da bu dönüşün “kendi içinde” bir tamamlanma olduğunu, başlangıç (Kudüs) ve bitiş (Mekke) noktaları arasında dairesel bir kavuşmanın gerçekleştiğini anlarız.

Şehir değil, ibadet yeri anlamında Mekke ile Kudüs Allah’ın seçtiği, gökle (yücelikle) doğrudan ilişkili kıldığı iki kutlu mescittir:

Davud (a.s.), oğlu Süleyman (a.s)’a ibadet mekanlarının, büyük çadırın, tüm takımlarının planını teslim ederken şunu söyler: ‘Bunların hepsi, bu örneğin bütün işleri Rab tarafından bana yazı ile anlatıldı.’ (Tarihler 28:19).

Eb’ut-Tufeyl nakleder: Hz. Ali’nin bir konuşmasında şöyle dediğini duydum: “Bana kıyamete kadar vuku bulacak hadiselerden sorun. Size kesinlikle cevap vereyim. (…) Bunun üzerine İbn-i Kevva ayağa kalktı. (…) Hz. Ali’ye: “Beyt-i Ma’mur nedir? Bize onun durumundan haber ver” dedi, Hz. Ali (…) “O Darrah’tır. Yedi kat göğün üstünde ve Arş’ın tam altındadır (Kâbe’nin gökteki karşılığıdır, Ö.L.). Oraya her gün yetmiş bin melek gelip tavaf eder ve kıyamete kadar tavaf etmek için bir daha onlara sıra gelmez” buyurdu. (Ezraki, Kâbe ve Mekke Tarihi, Türkçesi: Y. Vehbi Yavuz, Çağrı Yay., İst. 1980).

Ezcümle: Yüzümüzün sağı Mekke, solu ise Kudüs’tür. Dini idrakimizin yarısını Mekke, diğer yarısı Kudüs bilinci oluşturur.

O halde Kudüs’ten vazgeçemeyiz.

Kudüs’ü sevmek, ondan vazgeç(e)memek, kutsal bir emanet olarak onu kendi elimizle geleceğe taşımak ontolojik zorunluluğumuzdur.

Yeni Şafak

 

Paylaşabilirsiniz...