Hz. MEVLÂNÂ’YA GÖRE Hz. MUHAMMED

MEVLÂNÂ’YA GÖRE Hz. MUHAMMED

Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî (1207-1273), hem anne, hem de baba tarafından ilim ve irfanla yücelmiş asil bir aileye mensuptur. O, hayatını ilme, irfana, ahlâka kısacası Hakk”a ve halka adamış gönül ve hizmet eridir. Bütün eserlerinde insanlara fazilet ve meziyet yollarını öğreten, güzellikleri övüp, kötülükleri yeren Mevlânâ, bütün bu öğütleri öncelikle kendi yaşayışında tatbik eder. Hz. Peygamber”in ahlâkı onun için örnek olmuş, düşünce ve davranışları bu şekilde şekillenmiştir.

Mevlânâ, Allah”a ve O”nun gönderdiği son elçi olan Hz. Muhammed’e gayet bağlıydı.1 İbadete de oldukça düşkündü.2 Onun, Allah aşkıyla dolu olan gönlü ancak zikir ve ibadetle sükun bulmuştur.Bu yüzden onun, ömrünün büyük kısmını ibadetle, Allah”a hamd ve Resûlü Hz. Muhammed”e salât ve selâm ile geçirdiğini görüyoruz.

Mevlânâ, eserlerinde peygamberlere, onların mücadelelerine ve ahlâkî güzelliklerine sıkca yer verir. O, Kur”ânda adı geçen hemen hemen her peygambere şu veya bu yolla deyinir. Bunlardan Hz. Musa, İsa, Âdem, Yusuf, İbrahim, Süleyman ve Hz. Muhammed sıkça yer verdiği peygamberlerdir. Bu yer verilen peygamberler içerisinde Mevlana”nın Hz. Muhammed”e verdiği yer, değer ve önem hepsinin üstünde olduğu görülür.

Mevlana”nın eserlerinde, peygamberimizi en çok, sırasıyla şu adlarla andığını ve ona yer ayırdığını görürüz: Ahmed, Muhammed, Mustafa, Peygamber, Rasûl, Ahmed-i Muhtâr, Nebî, Tanrı Elçisi, Peygamberler Ulusu, Padişah ve Yâsîn. Konumuza, Mevlana”ya göre Hz. Muhammed”in isminin hatırı ve değeri ile başlamak istiyoruz.

1- Hz. Muhammed”in İsminin Hatırı ve Değeri

Mevlana”ya göre, Hz. Muhammed”in adı kutsal ve mübarektir; onun adını alaya veya hafife alan insan çarpılır, perişan ve pişman olur.

Birisi ağzını eğerek Ahmed adını alayla andı, ağzı çarpıldı, öyle kaldı.

Pişman olup “Ey Muhammed, affet! Ey peygamber, sen, min ledün ilminden lûtuflara mazharsın.

Ben bilgisizlikten seninle alay ettim. Alay edilmeğe lâyık ben oldum” dedi.3

Ecelle, ölümle Mustafa”nın adı yanmamıştır. Çünkü o adın sahibi ileriden ileriydi, uludan ulu!4

Onun adı İncil”de Ahmed olarak geçmektedir. Bundan dolayı insaf ehli Hıristiyanlar adı ve vasıfları kendi kitaplarında geçen Son Peygamber hz. Muhammed”i tanımada zorlanmazlar. Hz. Muhammed”in adı sağlam bir kaledir, bundan dolayı ona sığınan korunur ve kurtulur.

İncil”de Mustafa”nın, o Peygamberler başının, o sefa denizinin adı vardır;

Sıfatları, şekli, savaşı, oruç tutuşu ve yeyişi anılmıştı.

Hıristiyan taifesi, o da, o hitaba geldikleri zaman sevap için,

Yüce adı öperler; lâtif vasfa yüz sürerlerdi.

Bu söylediğimiz fitne esnasında o tâife, fitneden, kargaşalıktan emindiler.

Onlar, o emîrlerin ve vezirin şerrinden emin olup Ahmed adının sığınağında korunmuşlardı.

Onların nesli de çoğaldı. Ahmed”in nuru, bunlara yardım etti, yâr oldu.

Hıristiyanlardan, Ahmed adını hor tutan diğer fırka,

Fitnelerden ve o tedbiri de şom, fitnesi de şom vezir yüzünden hor ve kıymetsiz bir hale geldi.

Mânaları ters, sözleri aykırı tomarlara uymalarından dolayı dinleri de müşevveş bir hale geldi, hükümleri de!

Ahmed”in adı böyle yardım ederse acaba nuru nasıl korur?

Ahmed adı sağlam bir kale olunca o emin ruhun zatı, ne olur?5

Ecelle, ölümle Mustafa”nın adı yanmamıştır. Çünkü o adın sahibi ileriden ileriydi, uludan ulu!6

Muhammed”in hakkı için … Mektuplar, s.15, Mektup: VI; s. 73, Mektup: XLIX.

Muhammed”le, doğru yolun ve ışığın ehli olan soyu-sopu hakkı için. Mektuplar, s. 71, Mektup: XLVIII.

Bir gün Mevlana hazretleri Şeyh Alâaddin”deb: “Hıristiyan keşişler ve Hıristiyan bilginler (Tanrı onlara hidayet etsin) İsa”nın (selâm onun üzerine olsun) hakîkati hakkında ne diyorlar diye sordu. Alâaddin. “Onlar İsa”ya Tanrı diyorlar” dedi. Mevlana: “Bundan sonra onlara bizim Muhammmed”imiz Tanrı”dan daha Tanrı”dır; Tanrı”dan daha Tanrı”dır, de” buyurdu. Eflâkî, Âriflerin Menkîbeleri, C. I, s. 471.

2- Hz. Muhammed”in Önemi ve Değeri

Mevlana”ya göre, Hz. Muhammed, bütün insanlık için önem arzettiği gibi, ümmeti için de ayrı bir önem değer arzeder. Her ümmetin gönlünde Hak”tan bir tat vardır. Ona göre, Peygamberin yüzü ve sesi de mucizedir. Peygamber, dışarıdan seslendi mi ümmetin canı, içerden secde eder. Çünkü can kulağı, âlemde hiç kimseden o sese benzer bir ses duymamıştır. O misilsiz ruh, o misli olmayan sesten neşelenir, Tanrı”ya yaklaşır.7

… Bunu bil de belki peygamberlerin sonuncusunun yolu hürmetine ağzından o kuvvetli mühür kaldırılır.

Peygamberlerden kalan mühürleri, Ahmed”in dini hürmetine kaldırırlar.

Açılmamış kilitler vardı; onlar, “İnnâ fetahnâ”8 eliyle açıldı.

O, bu dünyada da şefaatçıdır, o dünyada da; bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada da cennetlere.

Bu dünyada “Sen onlara yol göster” der; o dünyada “Sen onlara ay gibi yüzünü göster” der.

Onun gizli, aşikâr işi, daima “Ya Rabbi, kavmime sen doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar” demektir.

Onun nefesiyle iki kapı da açılır. Duası, iki âlemde de müstecap olur.

Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek. Bu yüzden son peygamber olmuştur.9

Ey peygamber, mühürleri kaldırmak, kapalı kapıları açmaktasın, hatemsin, bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can bağışlayanlar âleminde bir Hatem”sin sen.10

3 – Hz. Muhammed”in Nitelendiği Vasıflar

Mevlana, Mesnevî”sinde, Hz. Muhammedi şu ad ve vasıflarla andığını görmekteyiz:

Hazret-i Ahmet11

Ey şu varlığın hülâsası, vücudun zübdesi!12

İncil”de Mustafa“nın, o Peygamberler başının, o sefa denizinin adı vardır.13

Naziri olmayan Peygamber, … 14

… O lûtuf sahibi Peygamber, … o zarif kimse15

O kerem denizi16

Şeker huylu Mustafa“nın…

O, “Vennecmi” padişahı, “Abese” sultanı 17

O peygamberler padişahı da böyle buyurdu.18

Ey bütün dünyadakiler yurdunda konuklayan, ey padişah, (biz sana konuk geldik.19

Ey peygamber, mühürleri kaldırmak, kapalı kapıları açmaktasın, hatemsin, bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can bağışlayanlar âleminde bir Hatem“sin sen.20

O seçilmiş Peygamber…. Macâlis, s. 56, Meclis: III.

Peygamberliğin en yüksek makamına sahip olan… Mektuplar, s. 2, Mektup: I.

“Allah ona rahmet etsin, esenlik versin, Allah elçisi, o önüne ön bulunmayan âlemin tercümanı, o Arabın, Acemin en fasîhi, o ilim ve kerem madeni, o davulsuz, bayraksız padişahlar padişahı, o kâinatın ulusu, varlıkların ve varolanların sultanı…” Macâlis, s. 11, Meclis: I.

“… Şeriat ıssı (sahibi), peygamberlerin ulusu, gökyüzünün, yeryüzünün ışığı, Allah elçisi Muhammed”in …” Macâlis, s. 55, Meclis: III. (Bu vasıflar, aynı zamanda Hz. Muhammed”e övgü sözcükleri olarak da görülebilir.)

“… Özü-sözü doğru olan..” Macâlis, s. 68, Meclis: IV.

İyi işlerde imam olan; keremlere, kerâmetlere düzen veren Mustafa … Mektuplar, s. 17, Mektup: VI.

“..Şefaatçi dost, yüce bir ışık..” Macâlis, s. 78, Meclis: V.

“… Âlemin de, âdemin de en başı, en büyüğü, en iyisi, insanlarla cinlerin peygamberi, iki âlemin güneşi, âlemin rahmeti, Âdemoğullarının övüncü…” Macâlis, s. 79, Meclis: V.

“..Şefaatçi dost, yüce bir ışık… şefaat kemerini beline bağlayan, o (âhiret) âlemin güneşi, Âdemoğullarının rahmeti …” Macâlis, s. 78, Meclis: V.

“Kıyâmet şefaatçisi, kâinatın Peygamberi, varolanların en ulusu, en iyisi…” Macâlis, s. 80, Meclis: V.

“ O seçilmiş elçi, o kadri yüce sefir, “Sonra yaklaştı, yakınlaştı” (Necm, 53/89 makamına yaklaştırılmış olan, “İki yay kadar kaldı araları, yahut daha da yakın” (Necm, 53/9) âyetiyle durağı bildirilen, önce gelenlerin de hayırlısı, sonra gelenlerin de hayırlısı bulunan, peygamberlerin sonuncusu, varlıkların özü-özeti, apaçık deliller gösteren; sonu, ucu-bucağı bulunmayan, kıyaslanamayan bir deniz olan, “Ona bir ışık verdşk ki insanlar arasında onunla gezer” (En”âm, 6/122) âyetiyle şanı övülmüş bulunan; cennetin, cennet bahçelerinin kilidi; sırlarda ve gerçeklerdeki, remizleri açan, “Gerçekten de biz sana Kevser”i verdik” (Kevser, 108/1) fermanıyla âlemi aydınlatan, güneşe eş…” Macâlis, s. 92, Meclis: VII.

4- Hz. Peygamberin Olgun ve Dolgun Vasıfları

Hz. Muhammed, dünya malına-mülküne değer vermeyen bir insandı. O dünyayı değil, gönülleri fethe çalışırdı. Hz. Muhammed”in Mekke”yi ve diğer yerleri fethetmek istemesi, dünya mülkünü sevdiğinden değildi, Tanrı emriyleydi. Bu konuyu Mevlâna şöyle ifade eder:

Peygamber, Mekke”yi fethe uğraştı diye nasıl olur da dünya sevgisiyle ittiham edilir?

O, öyle bir kişiydi ki imtihan günü (yani Miraç”ta) yedi göğün hazinesine karşı hem gözünü yumdu, hem gönlünü kapadı.22

Onu görmek için yedi kak gök uçtan uca hurilerle meleklerle dolmuştur.

Hepsi kendilerini, onun için bezemişti, fakat onda sevgiliye aşktan, sevgiliye meyil ve muhabbetten başka bir heva ve heves nerede ki?

O, Tanrı ululuğuyla, Tanrı celâliyle öyle dolmuştu ki bu dereceye, bu makama tanrı ehli bile yol bulamaz.

“Bizim makamımıza ne bir şeriat sahibi bir peygamber erişebilir, ne melek, hatta ne de ruh” dedi, artık düşünün anlayın.

“Göz tanrı”dan başka bir yere şaşmadı, meyletmedi”23 Ne sırrına mazharız, karga değiliz, âlemi renk renk boyayan Tanrı sarhoşuyuz; bağın, bahçenin sarhoşu değil” buyurdu!

Göklerin, akılların hazinesi bile Peygamberin gözüne bir çöp kadar ehemmiyetsiz görünürse,

Artık Mekke, Şam ve Irak ne oluyor ki onlar için savaşsın, onlara iştiyak çeksin!24

Muhammed de elde bulunan, görünüp duran yüzlerce kıyametti. Çünkü o, her hakikatı, her sırrı çözüp bağlama yokluğunda hallolmuş, hakiki varlığa ulaşmıştı.

Ahmet, bu dünyaya (Vermiş olduğu “Ölmeden önce ölün” buyruğunu önce kendisi uygulayarak) ikinci defa doğmuştu. O, apaçık yüzlerce kıyametti.25

5- Hz. Muhammed”e Duyulan Sevgi ve Hasret

Mevlana, Peygamberimize duyulan hasreti, şu kısa anekdotu aktararak, şöyle dile getirmektedir:

(Peygamber, hutbe okurken bir hurma ağacı dalına dayanırdı. Mescitte onu dinleyenler çoğalınca, mübarek yüzünü göremedikleri gerekçesiyle bir minber yaptılar. O, minbere çıkınca, mescidin direklerinden biri olan o hurma direği Peygamberden uzağa düştüğü için inlemeye başladı. Nihayet Peygamber minberden inip (inleyen anlamına gelen bu “hannâne” direğine elini koyunca direk susar.)

Hannâne direği, Peygamberin ayrılığı yüzünden akıl sahipleri gibi ağlayıp inliyordu.

Peygamber, “Ey direk ne istiyorsun? Dedi. O da “Canım ayrılığından kan kesildi.

Bana dayanıyordun, şimdi beni bıraktın, minberin üstüne çıktın” dedi…21

“Ey Muhammed, tutsaklara, gam bağlarıyla bağlanmış olanlara söyle, de ki. Hükmü yürüyen Tanrı taktiriylr bana tutsak oldunuz ya; gönlünüzde iyi bir düşünce varsa, ondan önce sahip olduğunuz ve yitirdiğiniz şeylerden daha iyisini, daha güzelini verir size. Padişah buyurdu ki; o kulumun bir hüneri şudur: Boyuna bana bakar, gözünü benden ayırmaz. Ey âlemin padişahı dediler, öyleyse tez söyle, bu iş kolay bir iş; bundan sonra gece-gündüz boyuna sana bakalım, başka işlerin başına toprak serpelim; bundan daha hoş ne iş olabilir ki?

Seni görüp de neşelenmeyen kişinin

Başı kilimin altında kalsın, başı dönsün-dursun!” Macâlis, s. 64-65, Meclis: III.

Mevlana, “… Bize bu toprak âleminde huzur ve karar nasıl olur? Biz birkaç mahpusun kurtulması için bu dünya zindanında hapsolmuşuz. Yakında Tanrı”nın sevgili dostunun (Peygamberin) yanına döneceğimiz umulur” dedi. Eflâkî, Âriflerin Menkîbeleri, C. II, s. 151.

Mevlana, Hz. Muhammed”e ve diğer sevdiklerine olan sevgisini ifade etmeyi bizzat Peygamber”in tavsiyesi olarak görür ve sevgisini ifade etmeden geri durmaz. “… Sevgimi ve duamı, gösterişle karışmasın diye bildirmek istemedim, ama allah rahmet etsin, esenlik versin, Mustafa”nın emrine uyup bildiriyorum. Mustafa, mescitte oturuyordu; birisi, mescidin kapısı önünden geçti. Dostlardan biri, ey Allah eşçisi dedi, şu geçen kişiyi seviyorum ben. Mustafa, kalk buyurdu, bu sevgiyi ona bildir. Bildirmede gösteriş âfeti olsaydı, o Âdem”in de, âlemin de en ince şeylerini bilen, asla bu bildiriş için fetvâ vermezdi.” Mektuplar, s. 55, Mektup: XXXVII.

Şu dostluğu, sevgiyi bildirişim de, Allah ona rahmet etsin, esenlik versin, peygamberliğin en yüksek makamına sahip olan Muhammed”in izniyledir, fermanıyladır. Mektuplar, s. 2, Mektup: I.

O, birkaç yerde tekrar ettiği şu mısraları sevgilisi Hz. Muhammed için söylemiştir:

Yel beni size götürseydi,

Yerllerin eteklerine sarılırdım.

Sizi öylesine özledim ki, kuştan daha tez uçar-gelirim size;

Ama kanadı kesik kuş, nasıl uçabilir? Mektuplar, s. 17, Mektup: VI; s. 76, Mektup: L; s. 78, Mektup: LI; s. 153, Mektup: CIII.

6- Güzelliği ve Güzel Ahlâkı

İki cihanda da Hz. Muhammed”in güzeeliliği gibi bir güzellik bulunmaz:

İki âlemde de Ahmed”in güzelliği gibi güzellik mi var? Tanrı nuru ona yardım etmede.56

Hz. Peygamber”in huyu, Mevlana”nın belirttiği gibi tamamen l^tuf ve keremden ibaretti.

Sahabeden biri hastalandı, o hastalık yüzünden zayıfladı, iplik gibi inceldi.

Mustafa halini, hatırını sormaya geldi. Çünkü Peygamber”in huyu, tamamiyle lûtuf ve keremden ibaretti.57

Hz. Resûllullah, sabır timsâliydi:

Mustafa”ya bak, sabrı burak edindi de bu burak, onu göklere çekti, çıkardı.58

7- Hz. Muhammed”i Anlama

Mevlana, Hz. Peygamber”i doğru anlayabilmek için cehâleti, önyarıları, kibri, hırsı ve yanlış muhakemeyi terketmeyi gerekli görür.

Ancak gönlü kötü olan, onun işlerini kendi bilgisizliğine, kendi hırsına göre mukayese eden kişi onun hakkında böyle (toprak zapdeden şeklinde) bir şüpheye düşer.

Sarı camdan bakarsan güneşin nurunu sapsarı görürsün.

O gök ve sarı camı kır da eri ve tozu gör!26

8- Hz. Muhammed”e Saygı

Mevlana, her Meclis”in ve mektubun sonunda şuna benzer dua ve niyaz ifadeleriyle Allah”a ve Peygamber”ine sevgi ve saygısını dile getirmektedir.“Hamd önde de Allah”a, sonda da ve Allah”ın rahmeti ve Muhammed”e ve soyuna-sopuna. Macâlis, s. 66, Meclis: III; Mektuplar, s. 181, Mektup: CXXI; Mektuplar, s. 183, Mektup: CXXII.

Mevlana, Hz. Muhammed”in adının geçtiği hemen hemen her yerde, İslâmî gelenekte olduğu gibi, “Allah”ın rahmeti ve esenlik O”na” diyerek selât ve selamda bulunarak, ona sevgi ve saygısını dile getirir. Mektuplar, s. 111, Mektup: LXXIII; s. 55, Mektup: XXXVII; s. 124, Mektup: LXXXIII; s. 138, Mektup: XCIV;

“Muhammed”in ve hidâyet ve nur ehli soyunun hakkı için…” Mektuplar, s. 178, Mektup: CXIX.

6- Hz. Muhammed”e Övgü

Ahlâkı ve güzel vasıflarında kaydettiğimiz güzelliklere sahip olan Rahmet Peygamberi Habibullah, tabi ki haklı olarak sevgiyi ve övgüyü hak edecektir. Sevgi, samimiyet ve özlem dolu olan aşağıdaki beyitlerde Mevlana, işte bunu yapmaktadır.

O, öyle bir kişiydi ki imtihan günü (yani Miraç”ta) yedi göğün hazinesine karşı hem gözünü yumdu, hem gönlünü kapadı.

Onu görmek için yedi kak gök uçtan uca hurilerle meleklerle dolmuştur.

Hepsi kendilerini, onun için bezemişti, fakat onda sevgiliye aşktan, sevgiliye meyil ve muhabbetten başka bir heva ve heves nerede ki?

O, Tanrı ululuğuyla, Tanrı celâliyle öyle dolmuştu ki bu dereceye, bu makama tanrı ehli bile yol bulamaz.

“Bizim makamımıza ne bir şeriat sahibi bir peygamber erişebilir, ne melek, hatta ne de ruh” dedi, artık düşünün anlayın.

“Göz tanrı”dan başka bir yere şaşmadı, meyletmedi”76 sırrına mazharız, karga değiliz, âlemi renk renk boyayan Tanrı sarhoşuyuz; bağın, bahçenin sarhoşu değil” buyurdu!

Göklerin, akılların hazinesi bile Peygamberin gözüne bir çöp kadar ehemmiyetsiz görünürse,

Artık Mekke, Şam ve Irak ne oluyor ki onlar için savaşsın, onlara iştiyak çeksin.77

Nerde bir ağaç ve taş varsa Mustafa”yı görünce apaçık selam verdi ya! İşte cansızların hepsini de böyle bil, böyle tanı!78

Gökler, onun ayına kuldur. Doğu da ondan ekmek dilemektedir, batı da.

Fermanında “Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” hadisi yazılı olan zat, bir zattır ki herkes, onun nimetlerine, onun rızık taksimine muhtaçtır.

O olmasaydı gökyüzü olmazdı, dönmezdi, nurlanmazdı, meleklere yurt kesilmezdi.

O olmasaydı denizler olmaz, denizlerdeki heybet vücut bulmaz, balıklar ve padişahlara lâyık inciler meydana gelmezdi.

O olmasaydı yeryüzü olmaz, yeryüzünün içinde defineler, dışında yaseminler yaratılmazdı.

Rızıklar da onun rızkını yemektedir, meyveler de onun yağmuruna karşı dudakları kupkuru bir haldedir.79

Onun canına, evlâdının gelişine ve zamanına yüzbinlerce aferin!

Onun devlet ve ikbal sahibi halifesinin oğulları, onun can ve gönül unsurundan doğmuşlardır.

İster Bağdat”tan olsunlar, ister Herat”tan, ister Rey”den. Su ve toprak karışıklığı olmaksızın onun soyudur onlar.

Gül dalı nerede biterse bitsin güldür. Şarap, küpü nerede kaynayıp köpürürse köpürsün şaraptır.

Güneş isterse batıdan baş göstersin, yine güneştir, başka bir şey değil.80

Onun nefesiyle iki kapı da açılır. Duası, iki âlemde de müstecap olur.

Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek… 81

“… Rahmetlerin en üstünü ve yücesi; esenliklerin en olgunu ve üstünü ona olsun..” Macâlis, s. 56, Meclis: III.

“..Şefaatçi dost olan, yüce bir ışık bulunan Peygamber”imizdir bizim; Allah”ın rahmeti ona olsun …” Macâlis, s. 78, Meclis: V.

“… İyi işlerde imam olan; keremlere, kerâmetlere düzen veren Mustafa…” Mektuplar, s. 17, Mektup: VI.

Mevlana”nın sevgi ve övgüsü sadece Hz. Muhammed”le sınırlı kalmaz, onun soyu sopu ve yolunu izleyenlere de şâmil olur. “Allah”ın rahmeti Muhammed”e, soyuna, dininde bulunan ter-temiz kişilere.” Mektuplar, s. 29, Mektup: XVI. Bir başka ifadeyle, övgüden sadece Hz. Peygamber değil, onun soyu-sopu bile pay alır: “ Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed”in evlatlarının, bütün âlemdekilere hakları geçmiştir. Hem de nasıl hak? Babalarımızı, atalarımızı puta tapmaktan onlar kurtarmışlardır. Fazlasını umageldiğimiz din ve dünya esenliği , hep Mustafa”nın sayesinde, Müslümanlığı yayma , onun canıyla oynaması yüzünden bize ulaşmıştır.; Allah”ın rahmeti ve esenlik ona, soyuna, sahâbesine olsun din gününe dek.” Mektuplar, s. 89, Mektup: LVIII.

9- Hz. Muhammed”i Anlamanın Gereği ve Büyüklüğü

Hz. Muhammed”i anlamak büyük bir şeydir. Mevlana, bunun azametini şöyle ifade eder:

“Eğer Uhud Dağı, beni anlasaydı o dağdan ırmak ırmak kan akardı” deyip duruyor,

Sen bu adı babandan, anandan işittin de onun için bu ada gafilce yapıştın.52

Hazret-i Ahmet, eğer o ulu ve yüce kanadını açarsa Cebrail, ebedî olarak kendisinden geçip gider.53

Hz. Peygamber”i gerçek anlamda anlayana ve onun yolunu izleyene yardımlar ve bol bağışlar vardır:

Hazret-i Ahmed”in adıyla fetih dilerler; düşmanları bu yüzden baş aşağı gelirdi.

Nerede bir korkunç savaş olsa Hazret-i Ahmed”in döne döne hücumu, onlara yardım ederdi.

Nerede müzmin bir hastalığa uğrasalar onu anarlar da bu suretle şifa bulurlardı.

Sureti gönüllerinde, kulaklarında, ağızlarında ve yollarındaydı.54

Devamla mevlana, O”nu herkesin hakkıyla anlayamadığından şikayette bulunur:

Fakat onun hakiki suretini her çakal bulabilir mi hiç? O suret, ancak, onun fer”îydi, yani hayalden ibaretti!

Onun sureti duvara aksettiyse duvarın gönlünden kan damlar…55

10- Hz. Muhammed”e Uymanın Gerekliliği

Hz. Muhammed”e uymak gerekir. Çünkü o, insanları şirkten, putlara tapmaktan, cehaletten, zulümden kurtarıp, bunların yerine tevhid inancını, ilmi, hakkı ve adâleti tesis etmiştir.

Ahmed, ümmetler “Ya Rab” desinler diye dünyada nice put kırdı.

Ahmed”in çalışması olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın.

Ahmed”in ümmetler üzerindeki hakkını bil, başın, puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu. 47

Mevlana, “Peygamber değilsen ümmet ol, padişah değilsen tebaa ol! Çağrısında bulunur48 ve akabinde “Ey inananlar, hiçbir şeyde kendinizi Tanrı”dan ve elçisinden ileri sürmeyin (onlar hükmetmeden önce bir işe hükmetmeyin, kesip atmayın)” âyetini hatırlatır.49

Her an bu düşüp kalkmayı istemiyorsan bir erin ayak bastığı toprağı gözüne çek!

Onun ayağının bastığı toprağı gözüne sürme yap da bu külhaniliği başından at! 50

Peygamber, bunun için “Ben, zamane tufanına gemi gibiyim; biz ve ashabım, Nuh”un gemisine benzeriz. Kim bu gemiye el atar, kim bu gemiye girerse kurtulur” 51 buyurmuştur.

“… Muhammed”in şerîatına arka olanın … Allah yüceliğini dâim etsin; kuvvetlendirsin onu, yardım etsin ona, görsün gözetsin onu, hayrı esirgemesin ondan hiçbir zaman, âhiretini de güzel bir hale soksun, dünyasını da.” Mevlânâ”da buna benzer dualar, özellikle Mektuplar”ında sıkça yer almaktadır. (Bkz. Mektuplar, s. 171, Mektup:CXIV.) O, yine birçok mektubunda, “Peygamber”in yolunu tutan” kişiyi övüp, bunlara sevgi ve saygısını iletir. Mektuplar, s. 173, Mektup: CXVI.

10a- Hz. Muhammed”e Teslim Olmaya ve Uymaya Çağrı

Hz. Muhammed, sevgili ve minnet duyulan bir padişah olduğuna göre, ona ümmet, kul veya asker olan insana da Resûle teslim olması ve itaat etmesi gerekir.

Peygamber, sahabeye, dostlarım, dedi, bunları paylaşın. Çünkü siz benimle ve benim huyumla dolusunuz.

Her askerin bedeni, padişahla doludur. Padişahın mevki ve rütbesine düşman olanlara bu yüzden kılıç vururlar. 27

O, vahye muhatap olduğu için söyledikleri doğrudur ve sözlerine uymak, buyruklarına teslim olmak gerekir. Bu teslimiyeti gösteren can, ebediyen mutlu olur.

Tanrı tarafından vahiy ve cevaba nail olan kişiler ne buyururlarsa o buyruk, doğrunun ta kendisidir…

İsmail gibi onun önüne baş koy. Kılıcının önünde sevinerek, gülerek can ver.

Ki Ahmed”in pak canı, Ahad”la nasıl ebediyse senin canın da ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın.28

Mevlana, “Mademki, Tanrı ve O”nun elçisinin sözlerini okuduğun, gerektiği gibi bahsettiğin ve bildiğin halde o sözlerden nasihat alamıyorsun ve hiçbir âyet ve hadîsin muktezasınca amel edemiyorsan, benim nasihatimi nasıl dinler ve ona nasıl uyarsın?” dedi. Pervâne ağlayarak kalkıp gitti. Ondan sonra iyi amel işleme, adalet ve ihsan ile meşgul oldu, hayratta bulundu ve böylece dünyada bir tane oldu. Eflâkî, Âriflerin Menkîbeleri, C. I, s. 344.

10b. Hz. Muhammed”e Bağlılığı

Eflâkî, Âriflerin Menkîbeleri”nde, Mevlana”nın Kur”ân”a, Hz. Muhammed”e ve ibadete ne kadar düşkün olduğuyla ilgili bolca örnek vermektedir. Örneğin bkz. Eflâkî, Âriflerin Menkîbeleri, C. II, s. 69-70.

Biz, erlik sanatını Tanrı”dan öğrendik. Biz aşk pehlivanı ve Muhammed hazretlerinin dostlarındanız. Eflâkî, Âriflerin Menkîbeleri, C. II, s. 148.

(Resule ve şeriata bağlılığı) Bir gün Mevlana arkadaşlara bilgiler saçıyor, vaızlarda bulunuyor, onları peygamberin sünnet ve farzlarını yerine getirmeye teşvik ediyordu. Buyurdu ki: Peygamberin (selâm onun üzerine olsun) ashabı, Sıddık-ı Ekber (Hz. Ebubekir) ile birlikte gazaya gitmişlerdi. Bir kaleyi kuşatmış onu fethetmeye çalışıyorlardı. Kalenin alınması uzadı. Sıddık-ı Ekber onlara: “İbadet hususuna dikkat ediniz, farzların ve sünnetlerin en ince şeylerinden bir şey kaçırmış olmayasınız. Bu muhasara, sizin bunları ihmal etmenizden gecikmiş olmalıdır.” Gerçekten ashap, kendilerine gelip düşündükleri vakit, akşam namazı için abdest aldıkları zaman misvakı unuttuklarını hatırladılar. O sabah yüzlerini, sabahı aydınlatan Tanrı”ya çevirerek cuş ve huruşa geldiler, abdest alıp misvak kullandılar. Sabah namazını kıldıktan sonra Yahudilerin elinde bulunan bu kaleyi almak için hücuma başladılar. Kuşluk vaktine doğru kaleyi aldılar. Ahalisinin bir kısmını da öldürdüler. Sonra Tanrı”ya şükrederek ve onun nimetlerini alarak Medine”ye döndüler. İşte bunun gibi ben de istiyorum ki, takatiniz oldukça tam bir itaat ile ibadete rağbet edesiniz. Peygamber”in sünnetlerinden en ufak şeyi bile ihmal etmemeye çalışasınız ki, nefs-i emmâre kalesini zapta muvaffak olasınız… Eflâkî, Âriflerin Menkîbeleri, C. I, s. 378-379.

“Şüphesiz biz açtık” (Fetih, 48/1) âyetinde buyrulduğu gibi mahzenini aç. Mustafa”nın nurunu sırrını tekrar et. Eflâkî, Âriflerin Menkîbeleri, C. I, s. 580.

11- Hz. Muhammed”in İnsanlara Etkisi

Mevlana”ya göre Hz. Muhammed”in maddî ve mânevi olarak insanlara etkisi büyüktür. Şu beyitte ifade edildiği gibi, onu gören şifa bulur.

Peygamber, o hastayı görünce halini hatırını sordu, o hakiki dosta iltifatlarda bulundu.

Adam, Peygamberi görünce dirildi, sanki o anda yeniden yaratılmıştı.29

“..Şefaatçi dost olan, yüce bir ışık bulunan Peygamber”imizdir bizim; Allah”ın rahmeti ona olsun; şefaat kemerini beline bağlamıştır, sıratın bir ucunda durmuştur, ümmeti azap dumanından esenlikle geçirmeyi ister…” Macâlis, s. 78, Meclis: V.

Daha çocukken kutlu zâtı yüzünden puta tapan kâfirler belâdan (kuraklıktan) kurtuldular. Bu kıyâmet şefaatçisi bir gün şefaat kemerini beline kuşanıp şefaate girişirse o sonu olmayan, sınırı bulunmayan rahmet, nasıl olur da inananları dertte, belâda bırakır?” Macâlis, s. 80, Meclis: V.

Peygamber”in, mânevi olarak himmeti inanana ulaşır ve etkisini gösterir:

Mustafa”nın nur bağışlayan huzuru hürmetine duayı hatırladı.

Her yanı aydınlatan Peygamber”in himmeti, ona hatırlayamadığını hatırlattı.

Hakla bâtıl arasını ayırdeden aydınlık, gönülden gönüle açılmış olan pencereden parladı…30

12- Hz. Muhammed”in Üstünlüğü ve Evrenselliği

Mevlana”ya göre topraktan nice insanlar halk edilmiştir, fakat bu yaratılanlar içinde en üstün olanı Hz. Muhammed”dir:

Onun (toprağın) nice şaşılacak çocukları var, fakat Ahmed, hepsinden üstün!

Yerle gök, bizim gibi iki çiftten böyle bir tek padişah doğdu diye gülmekte, sevinip neşelenmektedir.

Gökyüzü neşesinden yarılmada; yeryüzü, azadeliğinden süsene dönmektedir! 31

Bu devir veya âhir zaman, Hz. Muhammed”in devridir. Mevlana”nın belirttiğine göre, Musa peygamber bile, Hz. Muhammed döneminde yaşayarak onun ümmeti olmak için Yüce Allah”a yalvarışta bulunmuştur.

Ey Ahmed, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak, ayın bile alnını yar!

Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduğuna inanan bîhaberler, bu devrin, senin devrin olduğunu, kamerin devri olmadığını anlasınlar!

Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı.

Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de;

“Ya Rabbi, o ne rahmet devri, o devir, rahmetten de ileri, o devirde rüyet var.

Musa”nı denizlere daldır da Ahmed”in devrinde izhar et” dedi.32

Yüce Allah iki âlemi de Hz. Muhammed”in hatırı için yaratmış, yeri ve göğü onun hizmetine amâde kılmıştır.

(Senin çocuğun, çocuk ruhlu ama) iki âlem de onun yavrucağı, onun için yaratılmış!

Biz, âlemi onunla diriltir, feleği onun hizmetine kul köle ederiz.! 33

Mustafa, korkutucu müjdeciden, o eşi-örneği bulunmayan korkutucudan, şerîat ıssı peygamberlerin ulusundan, gökyüzünün de, yeryüzünün de ışığından, rahmetlerin en üstünü, övüşlerin, esenliklerin en parlağı ona olsun, peygamberlerin en güzel, en açık ve yerinde söz söyleyenlerinden gelen … İki âlemin elçisi, insanlara ve cinlere yol gösteren, “Ömrün hakkı için” (Hicr,15/72)… Hz. Muhammed”in ifadesine göre, benden sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir; hiçbir peygamberin ümmeti de benden üstünolmayacaktır; nitekim ümmetim Îsa ve Mûsa ümmetinden üstündür. Dinimin önceki dinlerin hükümlerini kaldırdığı gibi benim dinimin hükülerini kaldıracak, bozacak, değerden düşürecek bir din de yoktur… Macâlis, s. 8, Meclis: I.

Âlemden maksat insandır;

İnsandan maksat da o soluktur. Macâlis, s. 45, Meclis: II.

Allah, Peygamberimiz Muhammed”i göndermiştir; Allah”ın rahmeti ve esenlik ona; ezelî yardım onun bilgi sermayesidir.; Ay”ın yarılması (Kamer, 54/3) işaretidir. “Ve az kalmıştı ki kâfirler Kur”ân”ı duydukları zaman seni gözleriyle yeyip helâk etsinler” (Kalem, 68/519 âyeti, nazardan, kötülükten koruyucusu, “Gözü ne kaydı, ne haddini aştı” (Necm, 53/179) âyeti himmetidir, rütbesi. Dünya onun için yok olmuştur da âhiret vardır. Rab mâbududur onun, mâbud da maksûdu. Allah koruyucusudur onun; Cebrail hizmetçisi. Burak bineğidir onun, mîraç yolculuğu. Son sınır ağacı (Necm, 53/14) makamıdır, Kaabe Kavseyn (Necm, 53/9) dileği, merâmı. Sıddıyk âşıktır ona, ondan feyiz diler. Fâruk adâletidir onun, azmidir, kuvvetidir. Zin-nûreyn damadıdır onun, kendisine uyulacak dostu. Murtazâ yiğididir onun, kılıcıdır, kudretidir. Macâlis, s. 77-78, Meclis: V.

Mustafa, (Tanrı”nın selâm ve salâtı ona olsun) kendisinin vücuda gelmesinden binlerce yıl önce yaşamış ve göçüp gitmiş olan insanlardan ve nebîlerden, yaşadığı zamanın sonuna kadar dünyanın ne olacağından, arş ve kürsî”den ve melâ”dan haber veriyordu. Onun varlığı düne aitti, bu haberleri muhakkak ki sonradan var olan varlığı vermiyordu. Sonradan var olan (hadîs) bir şey, eskiden var olandan (kadîm) nasıl haber verebilir? Binaenaleyh bunları onun söylemediği, Tanrı”nın söylemiş olduğu anlaşıldı. Çünkü, “O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahiy iledir” (Necm, 53/3-4) buyrulmuştur. Fîh, s. 62.

… Güvenden güvene de fark vardır. Merselâ Muhammed”in (Tanrı”nın selâm ve salâtı onun üzerine olsun) diğer nebîlerden üstünlüğü, bu güven bakımındandır. Yoksa bütün nebîler güven içinde olup, korkudan kurtulmuşlardır… Fîh, s. 75.

Musa önce konuştu, işitti; sonra Tanrı”nın dîdarına talip oldu. Söz söylemek makamı Musa”nın, görmek makamı ise Muhammed”indir (Tanrı”nın selâm ve salâtı onun üzerine olsun). Fîh, s. 144.

… Böylece Muhammed”in asıl olduğu malûm oldu. Çünkü hakkında: “Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım.” (H.K) buyurulmuştur. Fîh, s. 165.

Hz. Peygamber”in kendi güzel olduğu gibi, soyu-sopu da güzeldir. Onun zâhiri soyu yüce olduğu gibi, bâtını da emsalsiz güzellikteydi.

…Ardınca da Kureyş emirleri gidiyorlardı. Çünkü Peygamberin atası Kureyş ulularındandı.

Adem Peygamber”e kadar bütün geçmişleri, mecliste de en ulu kişilerdi, savaşta da!

Bu soy, onun zâhiri soyuydu, ulu padişahlar padişahından süzülmeydi.

İçiyse zaten soydan, soptan uzaktı, paktı. Balıktan “simak” denilen yıldıza kadar onunla cins ve ve eşit olacak kimse yoktu! 34

Ecelle, ölümle Mustafa”nın adı yanmamıştır. Çünkü o adın sahibi ileriden ileriydi, uludan ulu!35

Ey bütün dünyadakiler yurdunda konuklayan, ey padişah, (biz sana konuk geldik.)36

“O, öyle bir varlıktı ki varlığının güneşi balçık doğusundan doğmadan önce ışığının parıltıları, sabah gibi âlemi nura garketmişti. Nitekim hikâye ederler; bundan önce, yani daha peygamber değilken Mekke”de bir kıtlık yüz göstermişti. Kâfirler, birisi gerek ki rahmet kapısının halkasını oynatsın, kazâ ve kader kapısını çalsın ki kıtlık, halkın tozunu savurdu; ne hayvan kaldı, ne insan, ne bitki, yaşayış bitmek-tükenmek üzere; ne yapalım, ne edelim diye Abdulmuttalib”in katına geldiler. Abdulmuttalib, benim ne gökyüzüne yüz tutacak, yalvaracak yüzüm var, ne yeryüzüne dedi; ancak alnımda Adnan”da karar eden, ondan Abdimenaf”ın göbeğine geçen ve Abdimanaf tarafından bir müddet için Abdullah”a verilen bir nur var ki Abdullah, onu emanet olarak Âmine”ye teslim etti; şimdi o nur zuhur âlemine gelmiştir; onu getirin de onun hürmetine Tanrı”ya dua edelim, dileğimizi dileyelim; belki onun yüzüsuyu hürmetine bir iş olur. Muhammed”i getirdiler; Abdulmuttalib, onu görünce ayağa kalktı; onu alıp bağrına bastı, götürüp başköşeye oturttu. Bir çocuğu başköşeye oturtuyorsun dediler. Evet dedi, görünüşte başköşede ben oturmuşum ama bâtın tapısından, o, senden ziyade onun hakkı diyorlar. Ondan sonra Abdulmuttalib, kullar, şehzadeleri nasıl okşarlarsa öylesine okşadı onu ve alıp Kâbe kapısına getirdi. Onunla oynamakta, âdet olduğu gibi onu havaya atıp tutmaktaydı. Ya Rabbi dedi, bu senin kulun Muhammed”dir, derken kendisini tutamadı, ağlamaya başladı. Önüne ön olmayan lûtuf dadısı merhamete geldi; rahmet denizi coşup köpürdü. Yerden bir dumandır koptu, göğe ağdı; bulutun gözüne vardı; yağmur yağmaya başladı. Çevredeki kuyular, çukurlar doldu; bitkiler suya kandı; ölmüş âlem dirildi. Daha çocukken kutlu zâtı yüzünden puta tapan kâfirler belâdan (kuraklıktan) kurtuldular. Bu kıyâmet şefaatçisi bir gün şefaat kemerini beline kuşanıp şefaate girişirse o sonu olmayan, sınırı bulunmayan rahmet, nasıl olur da inanaları dertte, belâda bırakır? Bu üstünlüklerinden birazcığını duyup dinlediğin ulular ulusu…” Macâlis, s. 79-80, Meclis: V.

“Ey Muhammed, sen ümmîydin, yetimdin. Bir baban, bir annen yoktu ki seni mektebe götürsün, yazı ve hüner öğretsin sana. Bu kadar binlerce bilgiyi, irfanı nereden öğrendin? Varlığın başlangıcında beri âleme gelen, âlemde olan herşeyi adım-adım, onların yürüyüş boyunca anlattın, herkesin kutluluğundan, kutsuzluğundan haber verdin; cennet bahçelerini ağaç-ağaç gösterdin; hûrilerin kulaklarındaki küpelere varıncaya dek haber verdin. Cehennem zindanlarını çukur-çukur, bucak-bucak anlattın. Âlemin sonuna dek, sonu da yoktur ya, ne olacaksa hepsini ders halinde söyledin. Peki bütün bunları kimden öğrendin, hangi mektebe gittin?

(Bu paragrafı, ilahi ihsan ve korumaya da yazdım) Muhammed dedi ki: Benim kimim kimsem yoktu, yetimdim; kimsesizlerin kimsesi hocam oldu benim. “Rahmân, Kur”ân”ı öğretti” (Rahmân, 55/1-2) hükmünce o öğretti bana. Yoksa bu bilgiyi halktan öğrenmeye kalkışsaydım yüzlerce, binlerce yıl gerekirdi; öğrensem bile bu bilgi, taklitle elde edilmiş olurdu; onun anahtarları, bilenin elinde olamazdı. Eklenti, bağlantı olurdu bu bilgi, özden meydana gelmiş bir bilgi olmazdı. Böylesine bilgi, bilginin yazısı, çizisi, şekli olurdu; bilginin gerçeği, özü-canı olmazdı. Herkes duvara bir şekil çizebilir; o şeklin başı olur; fakat aklı olmaz. Gözü olur fakat görgüsü olmaz. Eli olur, fakat vergisi-ihsânı olmaz. Göğsü olur fakat gönlü olmaz. Elinde kılıcı olur fakat kılıç vurması olmaz. Her mihraba bir kandil resmi yaparlar ama gece oldu mu bir zerrecik bile aydınlık veremez. Duvara ağaç resmi yaparlar ama silkinip meyvesi düşürülemez, devşirilemez …” Macâlis, s. 96-97, Meclis: VII.

Ulu Tanrı, “Ey Peygamber sna selâm olsun!” buyurdu. Bu demektir ki: Sana ve senin cinsinden olan herkese selâm olsun. Fîh, s. 287.

Senin bu halin Muhammed”in bereketinin tesirinden değil mi? Çünkü ilk önce bütün bağışları, ihsanları onun üzerine döktüler. O zaman ondan başkalarına dağıldı. Âdet böyle olduğundan Ulu Tanrı”nın Elçisi sana selâm olsun ve Tanrı”nın rahmeti, bereketi senin üzerine olsun!” buyurmuştur. Yani bütün saçıları senin üzerine saçtım, buyurmuştur. Peygamber de: “Salih kullar üzerine!” demiştir. Fîh, s. 342.

… İşte bunun için, önderin Muhammed olduğunu bil. Her şey, ilk önce Muhammed”e gelmeden bize erişmez. Fîh, s. 343.

… Nebi, o ölmeyen aşk ve sevgiden ibarettir. Biri dedi ki:”niçin minarede yalnız tanrı”ya senâ etmeyip, Muhammed”i de anıyorlar?” Ona dediler ki. “Muhammed”in övülmesi, tanrı”nın senâsı değil midir sanki?” Fîh, s. 346.

O göğe, aya tüküren dudağın, boğazın, ağzın kesilseydi keşke!

Şüphe yok ki o tükürük göğe çıkmaz, döner senin suratına gelir!

Ebuleheb”in ruhuna kıyamete kadar “Elleri kurusun”37 bedduası geldiği gibi, o tükürük de kıyamete kadar Tanrı”dan, senin suratına gelir.

Davulu var, bayrağı var, ülkesi var. Böyle bir padişaha hazır sofraya oturur diyen köpektir.38

Bunu bil de belki peygamberlerin sonuncusunun yolu hürmetine ağzından o kuvvetli mühür kaldırılır.

Peygamberlerden kalan mühürleri, Ahmed”in dini hürmetine kaldırırlar.

Açılmamış kilitler vardı; onlar, “İnnâ fetahnâ”39 eliyle açıldı.

O, bu dünyada da şefaatçıdır, o dünyada da; bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada da cennetlere.

Bu dünyada “Sen onlara yol göster” der; o dünyada “Sen onlara ay gibi yüzünü göster” der.

Onun gizli, aşikâr işi, daima “Ya Rabbi, kavmime sen doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar” demektir.

Onun nefesiyle iki kapı da açılır. Duası, iki âlemde de müstecap olur.40

Onun canına, evlâdının gelişine ve zamanına yüzbinlerce aferin!

Onun devlet ve ikbal sahibi halifesinin oğulları, onun can ve gönül unsurundan doğmuşlardır.

İster Bağdat”tan olsunlar, ister Herat”tan, ister Rey”den. Su ve toprak karışıklığı olmaksızın onun soyudur onlar.

Gül dalı nerede biterse bitsin güldür. Şarap, küpü nerede kaynayıp köpürürse köpürsün şaraptır.

Güneş isterse batıdan baş göstersin, yine güneştir, başka bir şey değil.41

 14- Evrenselliği

Tanrı, Muhammed (Tanrı”nın selâm ve salâtı onun üzerine olsun) dininin yücelmesini, meydana çıkmasını ve dünya kaldıkça kalmasını istediğinden, Kur”ân için kaç tane tefsir yazıldı? Dörder, sekizer ve onar ciltlik tefsirler yazdılar… Fîh, s. 162.

… ve Allah Hz. Muhammed”e öyle bir söz verdi ki bütün âlem onun zamanından bugüne kadar onun şerhinde cilt cilt kitaplar yazdılar ve hâlâ da yazıyorlar, fakat henüz o sözü kavramaktan ve anlamaktan âcizdirler. Yüce tanrı buyurur ki: Ashap zayıf olduğundan , can korkusundan ve kıskançların kötülüğünden senin adını halkın kulağına gizli gizli fısıldıyorlar. Ben senin büyüklüğünü öyle yayacağım ki,dünyadaki bütün iklim bölgelerinde ve her taraftaki yüksek minarelerde günde beş vakit yüksek ve güzel seslerle adın söylenecek ve bu suretle doğuda, batıda meşhur olacaksın. Fîh, s. 225.

“… Birisi bundan şüpheye düşerse de ki: Yüce minarelere bak; müezzinlerin ezanlarını, yüce minarelerde söylenen sözleri, vaazedenlerin vaazlarını, çocukların mekteplerdeki ilâhilerini, daha da başka sözleri dinle… Bunların heosi de, Allah rahmet etsin, esenlik versin ona, Muhammed”in iyilikleridir, çabasıdır, kâfirlerden çektiklerine, onların kasitlerine karşı sabredişini övüştür. Çünkü yüce Tanrı, ben bunu meydana çıkaracağım, koruyacağım, mirasçın yok ama, ben iyilikte bulunanların mirasçısıyım (Enbiyâ, 21/89) diye vaadde bulunuyorum. “Ve elbette Rabbin, yakında öyle şeyler verecek ki sana, razı olacaksın ve elbette âhiret, önceki dünyadan hayırlıdır sana.” (Duha, 93/4-5). “Gerçekte de biziz Kur”ân”ı indiren; biz indirdik ve onu gerçekten de koruyanız biz elbet.” (Hicr, 15/9) demişti. Mektuplar, s. 157-158, Mektup: CIV.

“… Allah yüceliğini dâimî etsin; onu Muhammed dininin düşmanlarını kahreden bir Zülfekaar etsin; “Müşrikler istemeseler de onu, bütün dinlerden üstün edecektir.” (Tevbe, 9/33; Saff, 61/9; Âl-i İmrân, 3/139) âyeti hükmünce şeriatların en güzeli olan Muhammed şeriatının yücelmesine, üstün olmasına sebep eylesin.” Mektuplar, s. 209, Mektup: CXL.

Padişahların paraları değişir durur, fakat Ahmed”in parası, kıyamete dek sürer gider!…

Hadi bunu mucize sayma! Peki bir de güneş gibi apaydın olan ve adına “Ümmü”l-Kitap” denen yüz dilli Kur”ân”a bak!

Kimsenin ondan bir harfi çalmaya, yahut sözüne bir söz katmaya ne haddi var, ne kudreti!42

Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek. Bu yüzden son peygamber olmuştur.

Sanatında son derece ileri gitmiş bir üstadı görünce bu sanat, sende bitmiştir (son bulmuştur) demez misin?

Ey peygamber, mühürleri kaldırmak, kapalı kapıları açmaktasın, hatemsin, bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can bağışlayanlar âleminde bir Hatem”sin sen.

Hâsılı mühürleri kaldırma ve kapıları açmada Muhammed”in işaretleri, tamamıyla açıklık içinde açıklık.43

… Çünkü gidilecek yolun sonu burasıdır. Dünya işi, zahmet çekmeden müyesser olmadığı gibi, âhiret işi de böyledir. Bunun için, hiç olmazsa bu zahmeti âhiret için çek de emeğin boşa gitmesin. Sen: “Ey Muhammed! Dinini al. Çünkü ben onunla rahat edemiyorum” diyorsun. Bizim dinimiz bir kimsenin maksadını hâsıl etmeden, onun yakasını bırakmaz. (Yani gerçekçi, etkileyici ve etkin din karakterini taşımaktadır.) Fîh, s. 181.

Kur”ânda da ifade edildiği gibi, Hz. Muhammed ölse de onun tebliğ ettiği din bâki kalacak44, Kur”ân ilâhi korunma altında bulunacaktır.45 Bunu Mevlana şöyle dile getirmektedir:

Tanrı”nın lütufları, Mustafa”ya vaatlerde bulundu da dedi ki: “Sen ölsen bile bu din, bu iman ölmez.

Senin kitabını, mucizeni ben yüceltirim, Kur”ân”dan bir şey eksiltmeye, ona bir şey katmaya yeltenen kişiye ben mani olurum. Ben seni iki cihanda da korurum. Sözünü kınayanları terk eder, onları hor hakir bir hale korum.

Hiç kimse Kurân”ı değiştirmeye kudret bulamaz, ona ne bir şey ilave edebilirler, ne ondan bir şey eksiltebilirler. Sen, benden daha iyi bir koruyucu arama!

Senin parlaklığını gün geçtikçe artırır, adını altınlara gümüşlere bastırırım.

Senin için minberler, mihraplar kurdururum. Ben, seni öyle seviyorum ki senin kahrın, benim demektir.

Şimdi adını korkudan gizlice söylüyorlar, namaz kılacakları zaman gizleniyorlar.

Melûn kâfirlerin korkusundan dini mağaralarda gizli kalıyor ya…

Bütün âlemi minarelerle dolduracağım, âsilerin gözlerini kör edeceğim ben.

Kulların şehirler alacak, mevkiler bulacak…

Dinin balıktan aya kadar her tarafı katlayacak.46

15- Misyonu

Allah, halkı, helâk uçurumundan, azap tehlikesinden kurtarmak için Muhammed”i, esenlik ona, “Her yana yayılan sancakla, kınından sıyrılmış kılıçla göndermiş”, peygamberliğinin güneşini dolunay gibi parlak bir toplulukla kuşatıp doğdurmuştur; kalbine de nur gibi parıl parıl parlayan ve kalplere şifa olan bir kitap indirmiştir. “Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve gönüllerdeki dertlere şifa geldi.” (Yunus, 10/57) Halk, aslı olmayan şeylere uymuşken onu doğrulukla ve ve doğru yolu göstermek için gönderdi. Macâlis, s. 7, Meclis: I.

Allah, bilgisizlerin meydana çıktığı, kâfirlerin ve sapıklığın üstün olduğu bir sırada Muhammed”i gönderdi; Allah”ın rahmeti ve esenlik ona. O da ümmetine, sözüyle, hareketleriyle öğüt verdi; onlara haram olan, helal olan yolları açıkladı; her halde Allah yolunda savaştı; onun yüzünden bâtıl denizi, bir görünüşten ibaret kaldı; çalışması gerçeği tam kıvamına getirdi, düzene soktu. Macâlis, s. 87, Meclis: VI.

Bilirim, bildiririm ki Muhammed Allah”ın kuludur, elçisidir. Onun şerîatıyla evvelki şerîatların hükümleri kalkmış gitmiştir; peygamberliğiyle şerîat ıssı peygamberlerinin peygamberlikleri bitmiştir. Macâlis, s. 91, Meclis: VII.

Bilirim, bildiririm ki Muhammed kuludur onun, elçisidir; onun şerîatıyla evvelki şerîatların hükümleri kalkmış-gitmiştir; peygamberliğiyle şerîat ıssı peygamberlerinin peygamberlikleri bitmiştir.

Hz. Muhammed, insanlara hakkı, doğruyu, güzeli ve iyiyi gösterme ve bunları onlara yaşatma misyonuyla gelmişti. Kısaca o, insanları cahiliyye ateşinden kurtarmak için görevlendirilmişti:

Fakat o lûtuf sahibi Peygamber, kılı görmemezlikten geliyor; o zarif kimse sütü övüyordu…

Yüzbinlerce hile ve hud”a kıllarına o an gözünü yummuştu.

O kerem denizi doğru buyurmuştu: “Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim.

Ben âdeta dehşetli surette alevlenmiş, yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim…59

Onun kurtarma çabası sadece bu dünyaya has değil, âhirete de uzanır:

Bu dünyada “Sen onlara yol göster” der; o dünyada “Sen onlara ay gibi yüzünü göster” der.

Onun gizli, aşikâr işi, daima “Ya Rabbi, kavmime sen doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar” demektir.60

O, doğruluk timsali olup,doğruyu iletme misyonunu taşır:

Onun için “söyle” sözü, denizin sözüdür. Ahmet neyi söylerse hakikatte o söz hakikat denizinindir.

Onun sözleri denizin incileridir. Çünkü gönlü denizle birdir onun.61

Mustafa (Tanrı”nın selamı ve salâtı onun üzerine olsun): “Bütün dünyayı Müslümanlaştırayım, hak yoluna sokayım.” Diye çalıştı. Fakat öleceğini anlayınca: “halkı istediğim gibi davet etmek için yaşayamadım!” dedi. Bunun üzerine Yüce Tanrı buyurdu ki: Üzülme senin bu dünyadan göçüp gideceğin zaman, ordular ve kılıç kuvveti ile aldığın vilâyetlerin hepsini, sana ordusuz itaat ettirir ve iman bağlattırırım. Halkın bölük bölük Müslüman olduğunu gördüğün zaman, bu senin davetinin kemâl bulduğuna delâlet eder. Tanrı”yı tesbih et ve O”ndan günahlarını bağışlamasını dile. (Burada, Nasr sûresinde anlatılanlar dile getirilmektedir.) Çünkü bu, senin oraya göç etmenin zamanı geldiğine bir işarettir. Fîh, s. 124.

Mustafa (Tanrı”nın selamı onun üzerine olsun) Mekke”yi ve diğer beldeleri, kendi ihtiyacı olduğu için zapdetmemiş, belki herkese hayat bağışlamak, herkesin kalplerini nurlandırmak için zaptetmişti. Fîh, s. 40.

Nebînin (Ona selâm olsun) tanrı2nın kuvvetini göstermesi, davet ile halkı uyandırması icabeder. Fakat bir kimseyi istidat makamına eriştirmesi böyle değildir. Çünkü bu Tanrı”nın işidir. Hakkın iki sıfatı vardır: Kahır ve lûtuf. Nebiler her ikisine de mazhar olmuşlardır; mü”minler Hakk”ın lûtfuna, kâfirler ise kahrına mazhardırlar. İman ve ikrar edenler kendilerini nebîlerde görür ve kendi seslerini onlardan işitir, kokularını onlardan alırlar… Fîh, s. 334.

16- Misyonu ve Risâletini Onaylama

İnsana düşen, bu önemli misyonu taşıyan Hz. Resûlün risâletini onaylamak olacaktır:

Mûsa ve Muhammed”in mucizelerine dikkat et. Sopa nasıl yılan şekline girdi, direk nasıl irfan sahibi oldu?

Sopa yılan şekline girdi, direkten de inilti duyuldu. Bu mucizeleri, dini izhar için günde beş kere ilân ederler.62

Mevlana”ya göre inkârcılar, son nebi Hz. Muhammed”i çok iyi tanımalarına rağmen, kıskançlıkları yüzünden onu tastik etmezler. Mevlana bu fikre, Kur”ân”a dayanarak varmıştır.63

Münkirler, onları yüzlerce delille, yüzlerce nişanla evlatlarını tanır gibi tanırlar, bilirler ama

Kıskançlıkları, hasetleri yüzünden bildiklerini gizlerler, “Bilmiyoruz ki” diye bilmezlikten gelirler.64

Mevlana”nın aşağıda beyitleri, Hz. Muhammed”in risâletini onaylama konusunda bir hayli fikir verici niteliktedir:

Yine o köyden bir kafir karısı Peygamber”i sınamak için koşa koşa

Eşeğiyle beraber yanına geldi, kucağında da iki aylık bir çocuk vardı.

Çocuk, Peygamber”e “Tanrı, sana selam söyledi. Ya Resûlallah, sana geldik işte” dedi.

Anası, kızgınlıkla “Sus be, bu şehadeti kulağına kim üfürdü?

A yumurcak, bunu sana kim söyledi de böyle dilin açıldı, söyleyip duruyorsun” dedi.

Çocuk dedi ki: “evvelâ Allah, sonra da Cebrail! Ben, bu sözde Cebrail”e ahenk uyduruyorum.”

Kadın “nerde Cebrail ?” deyince çocuk dedi ki: “Nah; başının üstünde. Görmüyor musun? Kafanı kaldır da bir yukarı bak!

Cebrail, başının üstünde duruyor; ban yüz çeşit delil olmakta!”

Kadın, “Sahi görüyor musun?” dedi. Çocuk dedi ki: “Evet, başının üstünde ayın on dördü gibi durmakta.

Bana Peygamber”i vasf ediyor. Beni, bu suretle bu aşağılıklardan yüceltmede!”

Sonra Peygamber, “Ey süt emer yavru, adın ne? Hadi bunu da söyle de sonra ananın isteğine uy, sonra sus” dedi.

Çocuk, “Adım, Tanrı yanında Abdulaziz, fakat bir avuç edepsize göre Abdul Uzzâ!

Halbuki ben sana bu Peygamberliği veren Tanrı hakkı için Uzzâ”dan usanmışım, berîyim!” dedi.

İki aylık çocuk, ayın on dördü gibi parlamış, baş köşeye geçen bilgi sahipleri gibi yetişmiş kişilere ders veriyordu.

Bu sırada çocuğun burnuna da, anasının burnuna da cennetten kâfur kokusu geldi. Her ikisi de yaşarsak yine bu mertebeden düşer, kâfir oluruz korkusuyla bunu söylediler ve bu kokuyu duya duya can verdiler.

Birisini Tanrı överse ona cansızlar da yüzlerce kere doğrudur, haktır der, canlılar da!

Birisini koruyan Tanrı olursa ona kuş da gözcü, bekçi kesilir, balık da!65

Müşriklerin, Hz. Muhammed”in, sadeliği, güvenirliği, bildirdiklerinin hak ve doğruluğu, bunlara ilâve olarak ta insanları bir benzerini ortaya koymakta âciz bırakan mûcizelerine rağmen onu tastik etmemeleri, haklı ve rasyonel nedene değil, duygusal nedenlere dayanmaktadır. Onlar âdeta dogmatik inançsızlık örneği sergiliyorlardı. Bu durumu Mevlana şöyle anlatmaktadır.

Şeytanlarla canavarlar, nasıl insan korkusundan ve hasetlerinden ürküp adalara, ıssız yerlere kaçtılarsa,

Münkirler de peygamberlerin mucizelerinden korkup başlarını otların içlerine sokmuşlar…

Ebucehl”in elinde taş parçaları vardı. Dedi ki: “Ey Ahmed, şu avucumdaki nedir? Çabuk söyle!

Madem ki göklerin sırlarına vakıfsın, peygambersen avucumda ne saklı?”

Peygamber “Onlar nedir, ben mi söyleyeyim; yoksa onlar mı doğru olduğumuzu söylesin, bizi tastik etsinler; hangisini istersin?” dedi.

Ebucehil “Bu ikincisi daha garip” deyince Peygamber dedi ki: “Evet, tanrı ondan daha ilerisine de kadirdir.”

Derhal Ebucehl”in avucundaki taşların her biri, şahadet getirmeye başladı.

“İbadete lâyık hiçbir şey yoktur, ancak Tek Tanrı”ya tapılır” dedi ve “Muhammed, tanrı elçisidir” incisini deldi.

Ebucehl, taşlardan bu sözü işitince hiddetle taşları yere vurdu.66

Peygamberin yüzü ve sesi de mucizedir.

Peygamber, dışarıdan seslendi mi ümmetin canı, içerden secde eder.

Çünkü can kulağı, âlemde hiç kimseden o sese benzer bir ses duymamıştır.67

Mevlana Celâleddin, Hz. Muhammed”in daha çocukken bazı olağanüstü özellikler taşıdığını, Kâbe”deki büyük putların bile onun risâlete hazırlandığını bildiklerini, bundan dolayı Hz. Muhammed”i onaylamada tereddüt gösterilmemesi gerektiğini aşağıdaki olayı anlatarak şöyle dile getirmektedir:

… (İhtiyar: “Ey Halime) Neden böyle ağlıyor, yasla ciğerler dağlıyorsun?”

Halime “Ben Ahmed”in inanılır, güvenilir süt annesiyim, onu atasına teslim etmek üzere getirdim.

Fakat (Kâbe”de) Hatîm68“e gelince kulağıma havadan sesler gelmeye başladı.

Gökten gelen o sesleri duyunca çocuğu oraya bıraktım…

Bu sözleri kim söylüyor, göreyim dedim, çünkü pek latif, pek güzel bir sesti o.

Ne etrafımda kimseyi gördüm, ne de bir an o ses kesildi.

Şaşırıp kaldım, şaşkınlıkla şuraya buraya giderken bir de baktım ki çocuk, koyduğum yerde yok! Eyvahlar olsun, yazık oldu bana!

İhtiyar, “Meraklanma, kederlenme, ben sana bir padişah göstereyim,

O sana çocuğun ne olduğunu, nereye gittiğini, nerede bulunduğunu söyler” dedi.

Halime, canım feda olsun sana ey güzel yüzlü, tatlı sözlü ihtiyar!

Hadi, hemen bana o yüce bakışlı padişahı göster de çocuğun halinden haber alayım, dedi.

İhtiyar, Halime”yi Uzza”nın yanına götürdü, dedi ki: “Bu put, kayıpları haber vermede tecrübe edilmiştir.

Biz ona tapı kılarak vardık mı binlerce kaybımızı bulmuştur.”

İhtiyar, puta secde edip derhal “Ey Arabın velinimeti, ey cömertlik denizi!

Ey Uzza! Sen bize nice lûtuflarda bulundun da biz tuzaklardan kurtulduk.

Lûtufların yüzünden Arapta hakkın var, Arabın sana ramolması farz olmuştur.

Sad kabilesinden olan bu Halime, derdine derman olacağını umarak senin gölgene gelip sığındı.

Onun bir küçük çocuğu kaybolmuş, adı Muhammed”miş!” dedi.

Arap, Muhammed der demez derhal bütün putlar yere kapandılar, secde ettiler.

“A ihtiyar, Muhammed”i ne çeşit arayış bu? Biz, onun yüzünden işten kalacak, hor hakîr olacağız!

Biz, onun yüzünden yüzüstü düşeceğiz, taşlanacağız; onun yüzünden kârımıza kesat gelecek, ayarımız mahvolacak!

Fetret zamanında heva ve heves ehlinin arada bir bizden gördükleri o hayaller,

Onun devri gelince yok olacak. Su görününce teyemmümün hükmü kalmayacak!

A ihtiyar, uzaklaş bizden, sınama ateşini alevlendirme; Ahmed”in kıskançlığıyla bizi yakma!

Allah aşkına uzaklaş ey ihtiyar, uzaklaş da takdir ateşi, seni de bizimle beraber yakmasın!

Biliyor musun ki bu, âdeta ejderhanın kuyruğunu sıkmaktır. Hiç biliyor musun, bu ne çeşit haber getiriştir?

Bu haberde denizin de yüreği coşar, madenin de. Bu haberden yedi kat gök bile tir tir titrer!” dediler.

O gün görmüş, yaş yaşamış ihtiyar, taşlardan bu sözleri duyunca sopasını yere attı.

Titremeye başladı. O seslerden korkmuştu; dişleri takır takır birbirine vuruyordu.

Kışın çıplak adamın titremesi gibi titremekte “Eyvallahlar olsun, helâk olduk” demekteydi.

Halime, ihtiyarın halini görünce büsbütün şaşırdı, ne yapacağını unuttu.

Dedi ki: “A ihtiyar, ben de mihnetteyim ama şimdi temellim şaşırdım kaldım!…

O çocuğun gayreti gayb sırlarını söyletmiyor, ağzımı yumuyor benim. Şu kadar söyleyeyim: çocuğum kayboldu.

Fakat şimdi başka bir şey söylesem halk, beni delirdi sanır, zincirlere vurur!”

İhtiyar dedi ki: “ Halime, şâd ol, şükür secdesine kapan, yüzünü pek yırtma.

Gam yeme, o kaybolmaz; belki bütün âlem onda kaybolur!

Her an onun önünde, ardında yüz binlerce gözcü bekçi var, onu korurlar.

Görmedin mi? O hünerli putla, çocuğun adını duyunca nasıl yerlere kapandılar , secde ettiler!

Bu devir yeryüzünde acayip bir devir. Ben ihtiyarladım gittim de buna benzer bir şey görmedim.

Bu haberden taşlar nasıl feryada geldiler? Bilemem artık suçlulara neler olur?

Taşa biz mâbut diyoruz, mâbut oluşta onun bir suçu yok, sen de ona kul olmaya mecbur değilsin!

(Fakat ona sen mâbut diyorsun, o da bunun reddediyor, kabul etmeye mecbur.) O, mecburken bu derecede korkarsa artık suçluya neler olacak bir düşün!…69

Hz. Muhammed dürüsttür (el-Emîn), sâdıktır ve kendi kafasından rasgele konuşmaz; o, Allah”ın kendisine bildirdiklerini insanlara iletir. Bu misyonu taşıyan kişi tastik edilmelidir:

Vahiyden olmayan söz, heva ve hevestendir. Topraktan yaratılanlar gibi havaya, zerre zerre dağılır, biter.

Eğer bu söz sana yanlış görünürse”Vennecmi”70 sûresinin evvelinden birkaç satır okuyuver.

Oku da Muhammed”in heva ve hevesinden konuşmadığını, onun her sözünün, ancak vahiy olduğunu anla.

Ey Ahmet, mademki vahiyden meyus değilsin, bu araştırmayı, bu kıyası bedene mensup olanlara bırak.71

17- İlâhî İhsan ve Koruma Altında Oluşu

Allah”ın, seçerek belirli bir misyonla gönderdiği sevgili rahmet peygamberini elbette koruyacak ve onun dinini galip getirecektir. Bu durumu ve Hz. Peygamber”in nâil olduğu bazı ihsan ve ikramı Mevlana şöyle dile getirmektedir:

(İki âlemde de Ahmed”in güzelliği gibi güzellik mi var?) Tanrı nuru ona yardım etmede.72

“Ve az kalmıştı ki kâfirler Kur”ân”ı duydukları zaman seni gözleriyle yeyip helâk etsinler” (Kalem, 68/519 âyeti, nazardan, kötülükten koruyucusu, “Gözü ne kaydı, ne haddini aştı” (Necm, 53/179) âyeti himmetidir, rütbesi. Dünya onun için yok olmuştur da âhiret vardır. Rab mâbududur onun, mâbud da maksûdu. Allah koruyucusudur onun; Cebrail hizmetçisi. Burak bineğidir onun, mîraç yolculuğu. Son sınır ağacı (Necm, 53/14) makamıdır, Kaabe Kavseyn (Necm, 53/9) dileği, merâmı. Macâlis, s. 77-78, Meclis: V.

Muhammed dedi ki: Benim kimim kimsem yoktu, yetimdim; kimsesizlerin kimsesi hocam oldu benim. “Rahmân, Kur”ân”ı öğretti” (Rahmân, 55/1-2) hükmünce o öğretti bana. Yoksa bu bilgiyi halktan öğrenmeye kalkışsaydım yüzlerce, binlerce yıl gerekirdi; öğrensem bile bu bilgi, taklitle elde edilmiş olurdu; onun anahtarları, bilenin elinde olamazdı. Eklenti, bağlantı olurdu bu bilgi, özden meydana gelmiş bir bilgi olmazdı. Böylesine bilgi, bilginin yazısı, çizisi, şekli olurdu; bilginin gerçeği, özü-canı olmazdı. Herkes duvara bir şekil çizebilir; o şeklin başı olur; fakat aklı olmaz. Gözü olur fakat görgüsü olmaz. Eli olur, fakat vergisi-ihsânı olmaz. Göğsü olur fakat gönlü olmaz. Elinde kılıcı olur fakat kılıç vurması olmaz. Her mihraba bir kandil resmi yaparlar ama gece oldu mu bir zerrecik bile aydınlık veremez. Duvara ağaç resmi yaparlar ama silkinip meyvesi düşürülemez, devşirilemez …” Macâlis, s. 97, Meclis: VII.

“Allah, rahmet etsin, esenlik versin, Mustafa”ya da, “Allah ve inananlardan sana uyanlar yeter sana” (Âl-i İmrân, 3/53; Sâf, 61/14) buyurur. Mektuplar, s. 117, Mektup: LXXVI.

Birisini Tanrı överse ona cansızlar da yüzlerce kere doğrudur, haktır der, canlılar da!

Birisini koruyan Tanrı olursa ona kuş da gözcü, bekçi kesilir, balık da!73

Her an onun önünde, ardında yüz binlerce gözcü bekçi var, onu korurlar.

Görmedin mi? O hünerli putla, çocuğun adını duyunca nasıl yerlere kapandılar, secde ettiler!

Bu devir yeryüzünde acayip bir devir. Ben ihtiyarladım gittim de buna benzer bir şey görmedim.

Bu haberden taşlar nasıl feryada geldiler? Bilemem artık suçlulara neler olur?

Taşa biz mâbut diyoruz, mâbut oluşta onun bir suçu yok, sen de ona kul olmaya mecbur değilsin!

(Fakat ona sen mâbut diyorsun, o da bunun reddediyor, kabul etmeye mecbur.) O, mecburken bu derecede korkarsa artık suçluya neler olacak bir düşün!… 74

(Halime) “O bizden ama bize benzemiyor. Biz, hep bakırız; Ahmet kimya!

Onda gördüğüm şaşılacak şeyleri ne bir dostta gördüm ben, ne bir düşmanda!

Bu çocuğa ihsan ettiğin faziletleri, birisi yüzyıl mücadelede bulunsa elde edemez, nişanesini bile bulamaz.

Senin ona olan inayetlerini iyice gördüm; anladım ki o senin denizinin biricik incisi!

Ben de işte sana onu şefaatçi getirmedeyim.; onun yüzü suyu hürmetine ey herkesin halini bilen Tanrı, o ne haldedir, bana bildir!”

Kâbe içinden derhal bir ses geldi: “Şimdi sana yüz gösterecek!

O, yüzlerce devletle bizden nasip almıştır; yüzlerce bölük melek, onu korumadadır.

Onun zâhirini, âleme meşhur edeceğiz, bâtınını da herkesten gizleyeceğiz! 75

 SONUÇ

Mevlânâ, eserlerinde peygamberlere, onların mücadelelerine ve ahlâkî güzelliklerine sıkça yer verir. O, Kur”ânda adı geçen hemen hemen her peygambere şu veya bu yolla deyinir. Bunlardan Hz. Musa, İsa, Âdem, Yusuf, İbrahim, Süleyman ve Hz. Muhammed sıkça yer verdiği peygamberlerdir. Bu yer verilen peygamberler içerisinde Mevlana”nın Hz. Muhammed”e verdiği yer, değer ve önem hepsinin üstünde olduğu görülür.

Mevlana, Hz. Muhammed”e candan bağlı biridir. Hasret çekmeye alışmış olan Mevlana”nın Peygambere duyduğu özlem, Şems-i Tebrizî”ye ve diğer sevdiklerine karşı duyduğu özlem yanında çok daha fazladır. Ahlâkı ve güzel vasıflarında kaydettiğimiz güzelliklere sahip olan Rahmet Peygamberi Habîbullah, tabi ki haklı olarak sevgiyi ve övgüyü hak edecektir.

Mevlana Hz. Peygamberimizi Hazret-i Ahmet, Hazret-i Ahmet, Peygamberler başı, Naziri olmayan Peygamber, kerem denizi, Şeker huylu, peygamberler padişahı, Hâtemü”l-Enbiya (Peygamberlerin sonuncusu) …. gibi güzel ad ve vasıflarla anar. Ona göre, Hz. Muhammed”in adı kutsal ve mübarektir; onun adını alaya veya hafife alan insan çarpılır, perişan ve pişman olur.

Yerler gökler ona kuldur, ona muhtaçtır. Duası iki âlemde de kabul olunandır. Onun Allah katında apayrı bir yeri vardır. Allah mahlukatı onun hatırı için yaratmış ve onu Âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Ona benzer ne gelmiştir ne de gelecektir.

Hz. Muhammed, insanlara hakkı, doğruyu, güzeli ve iyiyi gösterme ve bunları onlara yaşatma misyonuyla gelmişti. Kısaca o, insanları cahiliyye ateşinden kurtarmak için görevlendirilmişti: İki cihanda da Hz. Muhammed”in güzelliği gibi bir güzellik bulunmaz. O hem sûret, hem de sîret bakımından insanların en güzel olanıdır.Mevlana”ya göre Hz. Muhammed”in maddî ve mânevi olarak insanlara etkisi büyüktür.

Mevlana”ya göre, Hz. Muhammed, bütün insanlık için önem arzettiği gibi, ümmeti için de ayrı bir önem değer arzeder. Her ümmetin gönlünde Hak”tan bir tat vardır. Ona göre, Peygamberin yüzü ve sesi de mucizedir. Peygamber, dışarıdan seslendi mi ümmetin canı, içerden secde eder.

Hz. Muhammed, sevgi ve saygıyı en çok hak eden birisi olduğu için ona teslim olmak ve itaat etmek gerekir. O, yaptığı mücâdele, ortaya koyduğu sağlam ahlâkî mirastan dolayı minnet duyulacak bir insandır. Hz. Muhammed”e uymak gerekir. Çünkü o, insanları şirkten, putlara tapmaktan, cehaletten, zulümden kurtarıp, bunların yerine tevhid inancını, ilmi, hakkı ve adâleti tesis etmiştir.

Mevlânâ, Y. N. Öztürk”ün ifadesiyle, kültür zemini ve bilgi mirası tamamen Kur”ân ve İslâm olan bir mistik düşünürdür. İkincisi; imanı, aşkı, cezbesi bakımından bir Muhammedîdir. Diyor ki:

“Canım tenimde oldukça Kur”ân“ın kölesiyim ben, Tanrı”nın seçkin Peygamberi Muhammed“in yolunun toprağıyım. Her kim benden, bunun dışında bir söz naklederse hem o sözden şikayetçi olurum hem nakledenden.”82

Ona göre, Allah”ı gereğince tanımak Muhammed”i tanımaya bağlı bulunmaktadır. Çünkü Muhammed, Yaratıcı”nın bir tür görünür şeklidir. Örtsün-kapasın diye Ahmed demiştir. Mevlana, Ahmed”den Ahad”dan başkasını istemediği83ni belirtir.

O halde Muhammed”i tanımadan Mevlânâ”yı tanımak olmaz. Muhammed”i sevmeden Mevlânâ tam olarak sevilemez. Muhammedî merhamet ve hoşgörünün sınırsızlığı buna imkân verebilir. Ama Muhammed”i tanımadan Mevlânâ”yı sevenler kendi dünyalarına çekilmiş bir Mevlânâ severler. Bu, yine Öztürk”ün dediği gibi, artistik, turistik, bazen sosyetik Mevlânâ olabilir ama Muhammed”in ruh ve bilgi mirasının uzantısı Mevlânâ olamaz. Yani Mesnevî, Dîvân, Fîh, Macâlis, Rubâiler ve Mektuplar”da okuduğumuz Mevlânâ olamaz. Saygı duyduğumuz değerlerin bağlı oldukları kıymetleri inkâr ve ihmal, o değerleri tanıdığımızı değil, istismar ettiğimizi gösterir. Hem unutmamak gerekir ki, bir düşünürün sisteminin belli bir parçasını alarak onu anlamak, hele hele onun sisteminden sonuçlar elde etmek imkânsız denecek kadar zordur. Mevlâna”yı bir weltanschaung (dünya görüşü) olarak düşündüğümüzde, Kur”ân”ı ve Muhammed”i anlamadan, Mevlânâ adına bir yere varamayız.84

Mevlana”ya göre topraktan nice insanlar halk edilmiştir, fakat bu yaratılanlar içinde en üstün olanı Hz. Muhammed”dir. Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek. Bu yüzden son peygamber olmuştur. Kur”ânda da ifade edildiği gibi, Hz. Muhammed ölse de onun tebliğ ettiği din bâki kalacaktır. Allah”ın, seçerek belirli bir misyonla gönderdiği sevgili rahmet peygamberini Allah elbette birçok ihsan ve ikrama nail kılarak koruyacak ve onun dinini galip getirecektir.

BİBLİYOGRAFYA

Eflâkî, Ahmet, Âriflerin Menkıbeleri (Menâkıbu”l-Ârifîn), Çev. Tahsin Yazıcı, İstanbul, 1995.

Emiroğlu, İbrahim, Yanlış Düşünce ve Davranışlar Karşısında Mevlânâ, İzmir, 2000.

Emiroğlu, İbrahim, “Mevlânâ”ya Göre Yanlışlara Düşmemek İçin nefsi Eğitme”, Felsefe Dünyası, Ankara, 2001, Sayı: 31, ss. 15-23.

Emiroğlu, İbrahim, “Mevlana”da Hâl Dili”, Tabula-Rasa, Isparta, 2002, Sayı:4, ss. 9-34.

Fürüzanfer, Bedîuzzaman, Mevlânâ Celâleddin (Biyografi), Çev. Feridun Nafiz Uzluk, İstanbul, 1997.

Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî, Dîvân-ı Kebîr, Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki Gölpınarlı, (Kültür Bakanlığı Yayınları), Ankara, 1992.

——-, Fîhi Mâ Fîh, Çeviren: Meliha Ülker Anbarcıoğlu, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1990.

——-, Mektuplar, Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki Gölpınarlı, İstanbul, 1963.

——-, Macâlis-i Sab”a (Yedi Meclis), Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki Gölpınarlı, Konya, 1965.

——- , Mesnevî, Çev. Veled İzbudak (M.E.B. Yayınları), İstanbul, l99l.

——-, Rubâiler, Çev. Nuri Gençosman, M. E. B. Yay., İstanbul, 1974.

Öner Necati, İnsan Hürriyeti, İstanbul, 1982.

Öztürk, Yaşar Nuri, Mevlânâ ve İnsan, İstanbul, 1997.

Tahirü”l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, Konya, 1976.

Yeniterzi Emine, Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Ankara, 1995.

Mevlânâ, Mesnevî, Dîvân, Fîh, Macâlis, Mektuplar, Rubâiler,C. I, s. 1.

Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu

1 Bkz. Eflâkî, Ahmet, Âriflerin Menkıbeleri (Menâkıbu”l-Ârifîn), Çev. Tahsin Yazıcı, İstanbul, 1995, C. I, s. 256, 283-284, 330, 334, 380-386, 396-397, 471, 580, 700-701, 707; C. II, 148, 151, 154-156, 183-184, 194, 238, 245-246.
2 Bkz. Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, C. I, s. 560-561, 591, 562.
3 Mesnevî, C. I, s. 65, b. 812-814.
4 Mesnevî, C. IV, s. 230, b. 2865.
5 Mesnevî, C. I, s. 58, b. 727-738.
6 Mesnevî, C. IV, s. 230, b. 2865.
7 Mesnevî, C. II, s. 276, b. 3598-3601.
8 Bkz. Fetih, 48/1-3
9 Mesnevî, C. VI, s. 15, b. 164-171.
10 Mesnevî, C. VI, s. 16, b. 173.
11 Mesnevî, C. IV, s. 303, b. 3786.
12 Mesnevî, C. I, s. 164, b. 2060.
13 Mesnevî, C. I, s. 58, b. 727.
14 Mesnevî, C. II, s. 170, b. 2213.
15 Mesnevî, C. II, s. 219, b. 2852
16 Mesnevî, C. II, s. 219, b. 2854.
17 Mesnevî, C. IV, s. 168, b. 2081-2082. (Mevlana burada, özellikle baştarafları Hz. Muhammed”i konu edinen 53. sûre olan Necm ile, 80. sûre olan Abese sûrelerini kastetmektedir.)
18 Mesnevî, C. IV, s. 269, b. 3358.
19 Mesnevî, C. V, s. 10, b. 65.
20 Mesnevî, C. VI, s. 16, b. 173.
21 Mesnevî, C. I, s. 169, b. 2113-21115; s. 351 (Mütercimin açıklaması).
22 (Bk. Necm, 53/17)
23 (Bk. Necm, 53/17)
24 Mesnevî, C. I, s. 314-315, b. 3948-3956.
25 Mesnevî, C. VI, s. 63, b. 750-751.
26 Mesnevî, C. I, s. 315, b. 3957-3959.
27 Mesnevî, C. V, s. 10, b. 67-68.
28 Mesnevî, C. I, s. 18, b. 225, 227-228.
29 Mesnevî, C. II, s. 173, b. 2252-2253.
30 Mesnevî, C. II, s. 189, b. 2460-2462.
31 Mesnevî, C. IV, s. 84, b. 1017-1019.
32 . Mesnevî, C. II, s. 28, b. 353-358. (Musa Peygamber”in “Ya Rabbi beni Muhammed ümmetinden et” diye dua ettiği rivayet edilmiştir. Mesnevî, C. II, s. 303 (Mütercimin açıklaması)
33 Mesnevî, C. IV, s. 85, b. 1030-1031.
34 Mesnevî, C. IV, s. 85, b. 1035-1038.
35 Mesnevî, C. IV, s. 230, b. 2865.
36 Mesnevî, C. V, s. 10, b. 65.
37 (Leheb, 111/1)
38 Mesnevî, C. VI, s. 167, b. 2098-2101.
39 Bkz. Fetih, 48/1-3
40 Mesnevî, C. VI, s. 15, b. 164-167.
41 Mesnevî, C. VI, s. 16, b. 175-179.
42 Mesnevî, C. IV, s. 230-231, b. 2873, 2875-2876.
43 Mesnevî, C. VI, s. 16, b. 167-169.
44 Âl-I İmrân, 3/144.
45 Hicr, 15/9.
46 Mesnevî, C. III, s. .96-97, b. 1197-1207.
47 Mesnevî, C. II, s. 29, b. 366-368.
48 Mesnevî, C. IV, s. 268.
49 Hucurat, 49/1 (Hz. Muhammede uymanın gerekliliği ile ilgili diğer bazı ayetler için bkz. Ahzab, 33/36; Nisa, 4/65; Muhammed, 47/33; Haşr, 59/7; Âl-i İmrân, 3/132,; Nisa, 4/59, 13, 80, 83; Enfâl, 8/ 20, 24, 27, 46; Nûr, 24/54, 56; Hucurat, 49/14; Teğâbün, 64/12.)
50 Mesnevî, C. IV, s. 270, b. 3372-3373.
51 Mesnevî, C. IV, s. 44, b. 538-539.
52 Mesnevî, C. II, s. 39, b. 510-511.
53 Mesnevî, C. IV, s. 304, b. 3800.
54 Mesnevî, C. IV, s. 307, b. 3439-3442.
55 Mesnevî, C. IV, s. 307, b. 3443-3444.
56 Mesnevî, C. VI, s. 56, b. 676.
57 Mesnevî, C. II, s. 164, b. 2141-2142.
58 Mesnevî, C. VI, s. 315, b. 3979.
59 Mesnevî, C. II, s. 219, b. 2852-2855. “Benim ümmetim şuna benzer: Bir adam ateş yakar, davarlarla küçük develer de kendilerini ateşe atmaya savaşırlar. Adam bunları menetmeye savaşır. Ben de sizi yakalamış, ateşe düşmekten koruyorum, halbuki siz ona atılıyorsunuz” mealinde bir hadis vardır. Mesnevî, C.II, s. 327 (Mütercimin açıklaması)
60 Mesnevî, C. VI, s. 15, b. 168-169.
61 Mesnevî, C. VI, s. 68, b. 815-816.
62 Mesnevî, C. I, s. 171, b. 2141-2142.
63 Bkz. Bakara, 2/146.
64 Mesnevî, C. III, s. 299, b. 3664-3665.
65 Mesnevî, C. III, s. 263-264, b. 3220-3237.
66 Mesnevî, C. I, s. 172-173, b. 2146-2147, 2154-2160.
67 Mesnevî, C. II, s. 276, b. 3598-3600.
68 Hatîm, Kâbe”nin yanında alçacık bir duvardır. Bu duvarla Kâbe arasında kalan yer de Kâbe”den sayılır ve hacılar, Kâbe”yi tavaf ederlerken bu duvarın dışından geçerler.
69 Mesnevî, C. IV, s. 78-81, b. 937-982.
70 (Necm, 53/2-39)
71 Mesnevî, C. VI, s. 372, b. 4668-4671.
72 Mesnevî, C. VI, s. 56, b. 676.
73 Mesnevî, C. III, s. 264, b. 3236-3237.
74 Mesnevî, C. IV, s. 78-81, b. 937-982.
75 Mesnevî, C. IV, s. 82, b. 991-998.
76 Bkz. Necm, 53/17.
77 Mesnevî, C. I, s. 314-315, b. 3949-3956.
78 Mesnevî, C. IV, s. 227, b. 2832.
79 Mesnevî, C. VI, s. 167-168, b. 2102-2107.
80 Mesnevî, C. VI, s. 16, b. 176-179.
81 Mesnevî, C. VI, s. 15, b. 170-171.
82 Mevlânâ, Rubâiler, C. II, s.216, Ruâi: 1052.
83 Mevlânâ, Dîvân, C. V, s. 306, b. 3681.
84 Öztürk, Yaşar Nuri, Mevlânâ ve İnsan, İstanbul, 1997, s. 64-65.

Paylaşabilirsiniz...